31 Aralık 2014 Çarşamba

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:45)

Merhaba elmalı kurabiyelerim!
Merhaba şekerli yoğurtlarım!
Merhaba dışı seni içi beni yakar takipçilerim!

  • ''İçimde bir şeyler öldü, diriltemiyorum'' dedi kadın. Adam uzanıp dudaklarını dudaklarına bastırdı. İğne ile iplik gibi oldular bir anda. Birbirlerine dolandılar. Sonrası mı? Sonrası mahrem...
  • Yazamadığım tüm kelimeler içimdeki bir salıncakta sallanıyor sevgili okuyucu. Özledin mi beni?
  • ''Aile, toplumun en küçük faşizan kurumudur'' diyorlar. İşte ben o ilk direnişte yenildim biliyor musun? Annemle babamın gaz bombaları altında yıkıldı içimdeki Gezi Parkı. Daha sonra da ''bir şey'' olamadım. Çünkü bir şey olamamanın dayanılmaz gereksizliği ile ötekileştim. 
  • Neyse tamam. Sıkılma benim laflarımla. Bu bahsi kapayalım sevgili okuyucu...
  • ''Harika bir yıldı! Bunun bir parçası olduğun için teşekkürler'' nedir ya? 
+ Harika bir yıldı!
- Hayır ama bak benim yılım daha harikaydı!
Geleneksel Facebook sidik yarışına katılmayan tüm Facebook kullanıcılarını kutluyorum! 
  • Hayatındaki tek başarısı evlenmek olan ve dolayısıyla durmadan ''Kocişimle kahvaltı keyfi xd'' paylaşımları yapan tüm hemcinslerimi kınıyorum! 
  • Çılgın bir LOTR hayranı olmamdan mütevellit, Hobbit'in son filminin vizyona girmesi ile birlikte yeni bir karakter değişimi yaşadım. Sabah akşam film müziklerini dinlemekten helak olmam bir yana, kendimi bir süre sonra yüzük taşıyıcısı zannetmem sonucunda oluşan sefillik duygusundan uzun süre kurtulamadım. Her köşe başında bir Ork, ya da bir Nazgul ile karşılaştığımda ne yapmam gerektiğini düşünmekten kafayı yedim. Hayır yani Legolas'da yok yanımda. Orta Dünya'nın karanlık gecelerinde bir başıma ne yaparım ben? 
  • Milli piyango bileti almamış olmama rağmen, büyük ikramiyenin bana çıkması durumunda neler yapabileceğimi düşünmeden edemiyorum. 
  • Sadece mutsuz olduklarında beni arayan arkadaşlarımdan nefret ediyorum. Şimdi bu kişilerin bana samimiyetsizce ''ay görüşemiyoruz seninle'' dediği an aklımdan geçenler: Şimdi bunu alıp kızgın yağda pembeleşinceye kadar kızartacaksın. Daha sonra yağı akıtmamaya özen göstererek kazığa oturtacaksın. Çığlıkları kulak zarını rahatsız edene kadar karşısında yengeç dansı yapacaksın. Sonra da hafif klasik müzik eşliğinde derisinin yüzüp kışlık yorgan niyetine kullanacaksın. 
  • Yazı bitti.

2015'e Dair Ufak Bir Ekleme: 

Sevgili 2015;
Laf aramızda kalsın ama 2014 gerçekten berbattı. Dünya üzerinde akan kanın haddi hesabı yoktu gene. Mutsuzduk. Hala da mutsuzuz. Bu nedenle senden ufak bir ricam var. Öyle iyi bir yıl ol ki, herkesin paçalarından mutluluk aksın!

Sevgiler.

Amaçsız.


23 Kasım 2014 Pazar

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:20)

Eyy uzay boşluğu!
Eyy kendini bulunmaz Hint kumaşı zanneden vasıfsız gezegenler!
Söyleyin bana, hanginiz kalplerimizde Plüton kadar yer edebildiniz? Biz ki kimsesiz gezegenlerin kimsesi, gökten kayan yıldızların yegane dostuyuz! Söyleyin bana, okuldaki cool olmayan tek çocuk gibi dışladığınız ve görmezden geldiğiniz Plüton ne yaptı size?

Ne o? Cevabınız yok mu? Oysa ki haksız yere onu aranızdan soyutlayıp zindanlara mahkum ettiğiniz günleri de iyi biliriz biz! 

Bakın çok enteresan, o kara günlerde Plüton'u unutmayıp destek olan bir avuç kişi de AmaçsızÇocukTtribi'nden çıkmıştı! Yörüngesine dolanan 147 kişi ile bıkmadan ve yılmadan Plüton'un yanında olmaya devam etmişti! Blogda onunla gülüp, onunla hüzünlenmişlerdi! Çünkü kim ne derse desin, Plüton bizim için bir gezegendi! Bu haklı mücadelemizi de senelerdir sürdürdük! Mesele 3-5 gezegen değildi, sen hala anlamadın mı? Şu tatliş gök cismimize, biricik Plütonumuza iade-i itibar yapmakta bu derece geciktiğiniz için kınıyorum sizi! Kimse bizim sabrımızı ve gücümüzü sınamaya kalkmasın! Plüton bir gezegendir ve hep öyle kalacak!!!

***
  • Merhaba yoldaşlar! Uzun süredir aranızda olmayışımın sebebini yukarıdaki efsane konuşma ile eminim ki anlamışsınızdır. Bir süredir NASA ile masa başı müzakereler yapıyordum ve bu müzakereler neticesinde en nihayetinde biricik Plütonumuz yeniden gezegen olarak kabul edildi! Yaklaşık olarak 1.5 aylık yokluğumun sebebi de bu çalışmalarımdı işte. Beni affettiniz mi?
  • ''Genç yazarın hazin sonu'' isimli bir dramaya benziyor hayatım. O kadar çok yazı yazıyorum ki en sonunda o minnaş çekik gözlerim bozuldu. Sadece bilgisayar karşısında taktığım gözlüğüm ise beni adeta bir creatif direktör gibi gösteriyor. Öylesine havalı, öylesine muhteşem (!)
  • Hayatımda çok ilginç şeyler oluyor. Düşünün ki annemin zoruyla çeyiz alışverişlerine falan çıkıyorum. Bu alışverişlerle alakalı olarak bomba bir yazı hazırladım. Az merak et, yayınlayacağım.
  • Bloğa yazı yazmak işlerim nedeniyle zorlaştı ya şimdi, acaba diyorum ses kaydımı eklesem nasıl olur? Valla bak bir duysan sesimi... adsfadsa :)))
  • Yazı bitti.

7 Ekim 2014 Salı

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:44)



Merhaba leblebi tozunu hüpletirken boğulma tehlikesi yaşayanlar.

  • Geçtiğimiz hafta arkadaşımla İstiklal'de yemek yiyecek bir yer arıyorduk ve bir yandan da müzik hakkında pek de entelektüel sayılmayacak bir sohbet gerçekleştiriyorduk. Tam o sırada yüksek sesle Mabel Matiz'in iğrenç bir sesi olduğunu, boğazına bir şey kaçmış gibi konuştuğunu ve onu elime geçirirsem parmağımı boğazına sokarak onu kusturmak istediğimi, çünkü ancak bu şekilde sesinin düzelebileceğini söyleme gafletinde bulundum. Evet bunu söyledim! Fakat cümlemi tamamladığım sırada Mabel ile burun buruna durduğumu, dahası kendisinin de bana baktığını ve hafifçe gülümsediğini görerek magmanın en derinlerine doğru yol almaya başladım... -TRUE STORY-
  • Sevgili Mabel; İnan bana pişmanım. Sallıyorum işte bol keseden, sağa sola... Atıyorum, tutuyorum, kah tutamıyorum -senin de gördüğün gibi-... Fakat biraz ballı süt içmeye ne dersin? Sesin açılır belki? Bak gene aynı şeyi yaptım değil mi? Ben buyum Mabel. Beni anlamak çok da ''zor değil'' sanki? (inceyi kestin mi?) :)
  • Ruhumdaki pisliğe dök benzini. Kezzap at hatta. Yak beni. Ne dersin?
  • ''Allahu ekber'' nidalarıyla uyandım... Evet, IŞİD bizim mahalleye kadar gelmişti! Derin bir nefes aldım ve yorganıma daha sıkı sarıldım. Fakat kaçış yoktu, buna emindim. Hemen ayağa kalktım ve pembe pijamalarımla cama çıktım. ''Elveda lanet planet! Elveda öksüz Plüton!..'' diye haykırdım. Aşağıdaki koyunla göz göze geldik... 
-KURBAN BAYRAMI OLDUĞUNU ANLAYAMADI-
  • Diyaloğa ihtiyacım var. En ufak bir ağrıda ağrı kesicilere abanmaktan dolayı adeta hapçı oldum çıktım. Üstelik artık ağrı kesici de işe yaramamaya başladı. (-belli ki ruhumun ağrıyan yerleri çok zeki (!)-) Çünkü başlı başına bir iç savaş kontesiyim.  
  • Ruh hastası değilim! Sadece en az senin kadar normalim!
  • Kitap yazacağım. Okur musun? (bu ciddi bir soruydu)
  • Kurulmadığı zaman üzüntüsünden bozulan bir saatim var. Şu manasız dünyada tanıdığım en ince ruhlu kişi kendisi...
  • Hayır, bana da yazık. Planetteki her felaketi göğüsleyemem. Bir ızdırap panayırında yaşayamam. ''Hiç'' olamam. Hiçlikle başa çıkamam. Hayır. Hem bence...
  • Görüyorsunuz değil mi? Kendimle gerçekleştirmeye çalıştığım bir sohbeti bile yarıda kesecek kadar sıkıldım kendimden. İnsanın kendine eşlik edebilmesi meğer ne müreffeh bir olaymış! 
  • Yazı bitti.

28 Eylül 2014 Pazar

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:43)


Merhaba sonbaharın gelişini neşeyle karşılayanlar.
Merhaba yorganın sıcaklığını özlemiş olanlar.
Merhaba Plüton'u hiç unutmayanlar.
  • Geçtiğimiz günlerde kuzenim evlendi. Fakat düğün hafta içi olduğu için mecburen koştura koştura yetişmek durumunda kaldım. Düğünün olduğu alana girdiğim anda birden herkes sessizleşti. Ortam adeta yavaşladı... Galiba senelerdir beklediğim o özel an gelip çatmıştı. Sonunda filmlerdeki gibi bir girişe imza atacaktım. Yüzüme yerleşen muzaffer edayla merdivenlerin başında durup kalabalığa doğru baktım... Tam o anda şimşekler çaktı ve yağmur başladı. O an adeta bir Dart Vader gibiydim. Bir anda annemin gür sesi duyuldu: ''Aaaa!!! Kızım ne bakıyorsun?! Gelsene! Aman bu da bir garip canım!''
  • Düğün kuzenime ait olunca, mecburen dans etmek zorunda kaldım. Hadi bir noktaya kadar parmak şıklatıyorsun, efendime söyleyeyim bir iki kıvrak figür sergiliyorsun ama kameramanın ısrarla beni çekip dev plazma ekranına yansıtmasına ne demeli? Adam çekmesin diye arkamı dönüyorum, hemen böyle yüzümde en hanım hanımcık gülümsemeyle el çırpıyorum falan ama adam vazgeçmiyor! Adam azimli!
  • ''Dilaaaağğğraaaa karlar yağdı dağlara Dilaraağğğğ'' diye bir şarkı var. Düğün boyunca Ankara'nın Bağları bir, bu şarkı iki oldu zaten! İnsanlar üzerinde garip bir etkisi var bu şarkıların. 
  • Hangi ara bilmiyorum ama bir anda kendimi halay başı olarak buldum düğünde. Bir anda elime tutuşturulan pullu mendil, fonda ''Oy oy Sibelum'' şarkısı ve yönetmem gereken onlarca insanla kalakaldım... Görevinin bilincinde olan bir ''horon başı'' olarak, titreşimli bir şekilde horon kortejini başarıyla yönettim. 
  • Okunması gereken milyonlarca kitap var, ama hayat çok kısa... Onu nasıl yapalım? Durmadan kitap alıyorum, her yerde kitap okuyorum ama bir şekilde yetişemiyorum işte. Tüm kitapları okumadan ölmek istemiyorum.
  • Yazı bitti.

14 Eylül 2014 Pazar

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:42)


Merhaba bitmeyen akbillerim. 
  • Zengin olmanın getirdiği bazı küçük şımarıklıklar vardır. Mesela yeni aldığın telefonun jelatinini tek seferde sökmek gibi... Peki ya ben öyle miyim? Dizüstü bilgisayarımın jelatinini bile hala çıkarmadım ben! Gelmeyin üstüme! Dokunmayın!
  • Uçamadığını düşünüyorsan, yanılıyorsun demektir. Çünkü Tanrı, uçabilmesi için insana mutluluğu vermiştir.
  • ''Bana bir eşyaymışım gibi davranın bayım. Sizi gördüğüm yerde baştan ayağa dökülmek istiyorum.'' dedi kız içinden. Adam duymadı. 
  • Annelerin yaptığı en çılgın aktivitenin 30 kilo domatesi alarak kışlık malzeme yapmaları olduğunu düşünüyorum. Sanki kışın savaş çıkacak da sığınaklara kaçacakmışız gibi davranıyorlar. Hayır yani bizim evde de durum aynı. Annem için adeta milli bir mesele bu! Mesela kadın gözlerimin önünde 2 tepsi börek yapıp buzluğa koyuyor! Yesek ne olur yani? Ne olur yani midemiz yemek görse? Game of Thrones'da kaç sezondur ''winter is coming'' diye dolaşıyorlar ortada, adamlar karda kışta savaşıyor falan ama bir annenin de çıkıp 30 kilo domatesi rendelediğine şahit olmadım ben! 
  • Annem sürekli Türkmax-Gurme adı verilen bir kanal izliyor. Önünde de bir not defter, yemeklerin hepsini not ediyor. Fakat biz akşam gene taze fasulye ve pilav yiyoruz. 
  • Geçtiğimiz günlerde adeta sinir krizi yaşamama neden olan bir olaya şahit oldum. Taksim metrosunda giderken henüz 12-13 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir İngiliz'e yurdumun ahlak yoksunu kişilerinin alenen sarkıntı olduğunu gördüm. Küçücük kız, her şeyden habersiz demirlere tutunup annesine oyunlar yaparken babam yaşında adamların ağzının suyunu akıtarak çiçekli eteğinin sıyrılacağı anı beklemeleri, dahası sözlü olarak da asılmaları sonucunda dayanamayarak sesimi yükselttim: ''SEN NEREYE BAKIYORSUN?! BAKTIĞIN YERE DİKKAT ET YOKSA ŞİMDİ OLAY ÇIKARACAĞIM!'' Adamlar metrodan hemen indi... Lütfen siz de susmayın olur mu? Böyle şeylere şahit olduğunuzda lütfen susmayın!
NOT: Son günlerde bloğa vakit ayıramadığım farkındayım. Aslında neredeyse her gün yazı girmek için bloğun yeni yayın oluştur şeysine geliyorum ama nedendir bilinmez, son derece travmatik yazılar çıkarıyorum ortaya. Oysa ki ben sizi gülümsetmek istiyorum. 

15 Ağustos 2014 Cuma

İÇSEL MONOLOGLAR ÜZERİNE GEREKSİZ BİR YAZI


  • Donmuş bir gölün içerisine atılan Rus bebekler gibi olmak istiyorum. Çırılçıplak bir şekilde, buz gibi bir göle atılmak istiyorum. Sıcak memleketlerin insanı olamadım işte bu nedenle. Genlerim mi? Evet, kan çekiyor olabilir...
  • Kumdan yapılmış bir kalenin kraliçesi gibiyim. Sevgili dalgalar, lütfen benden uzak durun. 
  • Çay edebiyatından gına geldi. Sırf o aymazlara hadlerini bildirebilmek için dünyada var olan tüm çayı içmek ve sonra da yengeç dansı yaparak bu unutulmaz anı kutlamak istiyorum. Yaşasın klişe zincirlerinden arınmış gerçek edebiyat!
  • Tanrım, gecelerin kafası neden bu kadar güzel? 
  • Beynime tecavüz eden binlerce düşünce var içimde. 
  • Üzerime kocaman harflerle ''Amaçsız aslında bu değildir'' yazmak istiyorum. Peki o zaman kimim ben? Kim yazıyor bloğa bu güldürmeli yazıları? Şuan çelişmiyor mu her şey? 
  • Küçükken Sims oynamaya bayılırdım. Yarattığım karakterlerin hayatını mahvetmekle geçerdi saatlerim. Önce birbirlerini çok da sevmeyen bireyleri bir eve koyar, onları türlü stratejilerle aşık ederdim birbirlerine. Sonra da onları asla öpüştürmez, bir havuzun içerisine koyardım. Havuzdan çıkmalarını sağlayacak merdivenleri siler, onların boğulmalarını izlerdim. Öldüklerinde çimlerin üzerinde beliren mezar taşlarının başına da çocuklarını getirir ağlatırdım bol bol. Kendi çapımda acımasız bir Tanrı gibiydim. 
  • Küçükken kendimi bir kukla zannederdim. Görünmez iplerimi Tanrı'nın tuttuğunu, istediğinde de beni geri çekeceğini düşünürdüm. Sanırım çok da haksız sayılmam.
  • ''Her şeyden var ama hiçbir şeyden tam yok aslında'' diye düşünüyordum. Şimdi başka bir şey düşünüyorum.
  • Çok ayıp bir plan yaptım. İçimdeki canavarı yatıştırabilecek tek kişiyi bekliyorum.

28 Temmuz 2014 Pazartesi

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:41)


Merhaba akraba ziyareti 1 saati aşınca bunalıma girip intihara sürüklenenler.
  • Henüz ortaokuldayken uykumun kaçtığı bir gece vakti TV izlerken Yeşilçam TV'nin erotik Türk filmlerinden birine rastlamıştım. Türkan Şoray ne ara çıkacak diye merak ede ede filmi sonuna dek izlediğimi anımsıyorum. O filmden geriye şimdi yalancı inlemeler, ah'lar ve biraz da oh'lar kaldı... Ne hazin değil mi?
  • ''Acı çektirerek öldürmekten zevk alacağım insanlar listesi'' diye bir listem var. Eğer gelecekte bir seri katil olmaya karar verirsem, ilk olarak sürekli güncellediğim bu listedeki insanların peşine düşeceğim. 
  • Tarihteki en devrimci şarkının ''Memeler baş kaldırmış'' isimli ''eserin'' olduğunu düşünüyorum.
  • Sevgili Tanrı, neden spoiler vermiyorsun?
  • ''Anlaşılmamaya'' alışıyorsun da, işlerine gelmediği için bile bile ''yanlış'' anlayanlara alışamıyorsun... 
  • Son günlerde sapık bir şekilde Aşk-ı Memnu'nun son sahnesini düşünüyorum...
''O ölmesin diye beni öldürüyorsun. Niye ben? Benim ölmemi istiyor musun? Beni kaybetmeyi göze alabiliyor musun? Beni?..''
  • Bir büyüsem, bir yetişkin olma fırsatına erişsem dünyayı yerinden oynatabilecek güce sahip olacağımı düşünürdüm. Önümdeki tek engel, henüz çok küçük bir kız olmamdı... Ne kadar ahmakça, fakat ne kadar güzel bir yanılgı değil mi? Bunun farkında olmak ise ne acı verici bir hayal kırıklığı...
  • Yüzüklerin Efendisi serisine ve Orta Dünya'ya karşı ciddi bir hassasiyetim var. Bu film serisinin, kitaplarının en ateşli savunucusuyum. Bu konu hakkında saatlerce konuşabilirim. Hatta benim gibi bir Lotr fanı arkadaşım olmasını deliler gibi istiyorum. Hatta şöyle de bir hayalim var: bu hayali arkadaşla sabahtan akşama kadar Lotr filmlerini izleyeceğiz. Sonra kitapları hakkında ateşli bir tartışmaya gireceğiz. Ben filmden replikler canlandıracağım haklı çıkmak için. Eğer kazanamazsam hayali arkadaşıma Elf Peksimeti yapacağım. :) Nasıl ama?
  • Başım çok ağrıyor. Beni en yakın giyotine götürür müsün?

21 Temmuz 2014 Pazartesi

AMAÇSIZÇOCUKTRİBİ: 1989'DAN BERİ...

Sunucu: Artık bir dünya markası halini alan AmaçsızÇocukTribi'nin doğum günü etkinliğine hoş geldiniz!
Şüphesiz ki onun gelişi önceden müjdelenmişti.
Şüphesiz ki o tüm insanlığın tek umudu, yaşlı gözlerin tek tesellisiydi.
Mayaların tutan tek kehaneti, unutulmuş gezegen Plüton'un tek koruyucusuydu.
Evet o, evet o, evet o 1-2-3...
asdfdafas =)
---
Öncelikle yukarıdaki sululuğum ve dahi aymazlığım için özür diliyorum sevgili okuyucu. Fakat yalan yok, bugün benim doğum günüm ve sanırım bir parça da olsa şımarmaya hakkım var. He ama sen gerçekten yukarıdakilere inanmayı seçebilirsin. Çünkü eğer inanırsan beni mutlu edersin. Kendimi bir şey zannederim mesela...
Bugünlerde kendimi küçücük hissediyorum diyebilirim. Küçücük derken, hani böyle yaş olarak değil; değersiz, sıradan ve bakkal amcaya ''üstü kalsın'' dediğimiz bozuk paralar gibi... Benzetme olmamış olabilir, ama sen anladın beni. Hani böyle yere düşer de almaya tenezzül etmezsin ya, heh o işte!
Bu arada galiba açık ara en mutsuz doğum günümü yaşıyorum. Fakat her zamankinden mutlu olabilirdim aslında. Nasıl mı?

  • Etraftaki herkese ne kadar mutlu olduğumu göstermek maksatlı art arda komik şeyler anlatmasaydım,
  • Sahici bir tebessümle yalancı bir kahkaha arasında bu kadar hazin bir fark olmasaydı,
  • Kahkaha atarken bir yandan da ''acaba kendi içimde daha ne kadar alçalabilirim?'' diye düşünmeseydim,
  • Şu manasız gezegende neden hala ısrarla bulunduğuma dair sağlam gerekçeler aramasaydım,
  • Hikmet Benol'e bu kadar çok benzemeseydim. Yani biraz olsun bu dünyaya ayak uydurabilseydim,
  • Hissetmeye yarayan yerlerim bu kadar çok acımasaydı,
  • Kalbimin bir lades kemiği gibi ''çıt!'' diye kırıldığını duymasaydım,
  • Yatmadan önce bu ''saçma'' şeyleri yazmasaydım...
Yani aslında şunu demek istiyorum: ''ÇOK GÜZEL VE ÇOK ACIYDI, HEPSİ BU''
(Şuan içinden gene ''saçmalıyorsun'' diyorsun. Duyuyorum.)

13 Temmuz 2014 Pazar

SAİD HATİPOĞLU TRAVMASI

Nihat Hatipoğlu Travması gerçeğini henüz üzerimizden atamadan yeni bir sorunla, nur topu gibi bir travmayla yüzleştik: JR. HATİPOĞLU!

Geçtiğimiz günlerde televizyonda zap yaparken karşılaştım kendisiyle. Yahu ben bu ekolu sesi, mimikleri, tek bir noktaya kitlenmiş yarı kapalı gözleri, bu üslubu, bu vurguları tanıyorum diye düşündüm. Tam o anda imdadıma altyazı yetişti. Ve Said Hatipoğlu ile böylece tanışmış oldum. Birden bire nabzım yavaşladı. Evet! Korktuğum başıma geliyordu! Hipnotize olmaya başlamıştım bile! Babasının yolundan giden JR. Hatipoğlu tarafından uyuşturulmak üzereydim... Hemen oruçtan büzüşmüş beyin hücrelerimi havalandırmak adına ufak bir nefes alıp verdim. Fazla enerjim yoktu ve iftara kadar hayatta kalmak istiyordum. Saate baktım... İftar sofrasında yaşanacak olan açlık oyunlarının başlamasına fazla bir şey kalmamıştı... Bir önceki akşam sofradaki son köfteyi kapan kardeşime hala kızgındım. Bu akşam intikamımı almalıydım! Peki ya o saate kadar dayanabilecek miydim? Bu düşünceler içerisinde acı çekerken birden etraf karardı...

Birkaç saniye sonra...

Gözlerimi açtığımda kara bir sinek gibi televizyon ekranına yapışmıştım. Said'den başka bir yere bakamıyordum. O ise gözlerini çok uzaklardaki bir yere dikmiş, aynı babası gibi hikayesini anlatıyordu... Belki de Çin'de üretilerek ülkemize ihraç edilmiş bir üründü... Belki de gerçek değildi... Çin'de üretilen ürünlerin ne kadar kalitesiz olduğundan haberim vardı. Belki de kısa bir süre sonra ekranda parçalara ayrılacaktı... Çünkü babası gibi Kuran surelerini lafının ortasına sıkıştırmıyordu. Belli ki Arapça bilmiyordu. Demek ki malzemeden çalınmıştı... Demek ki hala umut vardı...

Fakat korkuyordum... Hem de delicesine korkuyordum. Kuyudan çıkan Samara gibi oturma odamıza gelivermesinden korkuyordum. Yüzünde gülüyor mu yoksa üzülüyor mu belli olmayan bir ifade ile dini bir müzik eşliğinde hikayesini anlatıyordu... Sesine verilen eko her geçen saniye daha fazla artıyor, mimikleri her cümlesinde ''bakın nasıl da biliyorum!'' dercesine hareket ediyordu...

Bir anda kendime geldim!!! Yahu nasıl bir eğitime, nasıl bir unvana sahipti ki ona ''hocam'' diye hitap ediyorlardı? Göğsüne kadar açılmış gömleği ile nasıl oluyor da bana benim dinimi anlatma haddini kendinde görebiliyordu? Dini anlatarak bir servet kazanmayı nasıl oluyor da kendine hak görebiliyordu? Evet... Bu olsa olsa kötü bir taklit, kötü bir ihracat ürünü olabilirdi... Ciddiye almak manasızdı!

29 Haziran 2014 Pazar

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:19)

Merhaba Tadelle yerken adeta kendinden geçenler.
  • İş yerim İstanbul'un ünlü otellerinden birine çok yakın. Yani işe gitmek için bu otelin önünden mutlaka geçmeliyim. Ancak geçen sabah gene buradan geçtiğim bir anda kalabalık bir turist kafilesinin içinde buldum kendimi. Adeta sürüklenircesine onlarla yürümeye başladım. Bir anda yüzüm güldü. Onlar gibi her gördüğüme ''weeoow'' demeye başladım. Hatta duruma ayak uydurmak için cep telefonumu çıkarıp fotoğraf bile çektim. Bu sırada öylesine havaya girmiştim ki, ''do you know Turkish kebap?'' cümlesini bile ağzımdan kaçıracak kadar pervasızlaşmıştım. Daha sonra turist kafilesiyle beraber iş yerimin olduğu sokağa kadar geldik. Bir anda yüzüm düştü. Usulca gruptan ayrılıp ayaklarımı sürüyerek ajansın yolunu tuttum... Evet, hayat bazen çok acımasız. :(
  • 2 hafta önce Gürcistan'a gittim. Elbette sınır kapısından geçişim de bir takım ilginç olaylara sahne oldu. Boş gişelerden birine ilerlemeye çalışırken önümde bulunan ve son derece çirkin bir dişisel varlık tarafından ''nereye ya? bi akıllı sen misin?'' sözleriyle durduruldum. 
İç Sesim: Senin ben...(buraya bir takım çirkin küfürler gelecek)! Acaba dövsem ne olur? Gürcü polisleri beni alır mı acaba? Acaba senelerdir olmasını beklediğim bir çeşit diplomatik kriz çıkarabilir miyim? Ay ne çirkin şeysin sen ya... Hayır yani dövdüğüme değmeyecek. Zaten çirkin. Ağzını burnunu kırsam ne olur? O değil de... Yanımda sevgilim var. Çok mu ayıp olur acaba? Aman ne olmuş canım? Sanki ne kadar çirkef olduğumu bilmiyor mu? Biliyor mu? Bence biliyor... Ama küfre gerek yok. O kadar çirkinleşmiyim bari!
Dış Sesim: Bir dakika baksana sen! Bir kere benden önce geçen adamları görmedin mi de bana laf edebiliyorsun? Ayrıca o el ne? 
Çirkin Kız: Tamam! Tamam sen haklısın! Oldu mu?
Ben (gülerek) : Oldu! Tabii ben haklıyım! Ahahaha :)))
  • İçimden zangır zangır trenler geçiyor. Öyle böyle değil...
  • İlber Ortaylı ile tanıştım! Olaylar şöyle gelişti; öğle yemeği için iş arkadaşlarıyla dışarıya çıkmıştık. O sırada İstiklal'de İlber Ortaylı'yı gördüm. Fakat itiraf etmeliyim ki yanına gitmeye çekindiğim için sadece arkadaşlara göstermekle yetindim. Bu sırada o kadar çok ses çıkardık ki İlberciğim bizi duydu. O ağır konuşmasıyla, ''yahu ne uzaktan bakıyorsunuz çocuğum? gelsenize...'' Bunu duyan arkadaşlar gitti tabii ama ben geride kamayı tercih ettim. Ne de olsa karşımda İlber Ortaylı vardı ve her an cahil ilan edilebilirdim... Bir anda beni gördü ve ''yahu şu kızı da çağırsanıza oğlum! gel kızım, gel!'' 
Ben: Ya ben utandığım için gelemedim de...
İlber Ortaylı: Gencecik kızsın. Pek de güzelsin. Maaşallah. Ne yapıyorsun burada?
Ben: Eee... Öğle yemeği yiyecektik ama? Sizi gördük.
İlber Ortaylı (eliyle karşı tarafta bulunan lokantayı işaret ederek): Onun önünde bekliyordunuz. Sakın yemeyin ordan.Çok yağlı yapıyorlar. 

*Bu sırada yanındaki yardımcısı eliyle bir fotoğraf makinesi işareti yaptı. Ben de hemen telefonumu uzattım ve en acelesinden bir fotoğraf çekildik İlberciğimle. Daha sonra birbirimize ''hoşçakal'' dedik ama yolda yeniden karşılaştık. Bu sefer gene kendisi ''yahu kız gene karşılaştık! ha-ha-ha'' diyerekten laf attı. 
  • Yazı bitti. 

21 Haziran 2014 Cumartesi

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:40)

Merhaba.

  • ''Burası cehennem. Bak tam da burası işte. Gösteriyorum bak... Aha tam da şurası...'' (bu sefer de anlatamadı)
  • Geçen gün oturup ufak bir hesap yaptım. Şimdi ben işi gücü bırakıp lobicilik işine girsem, çok daha fazla para kazanırım bence. Ya da merdiven altında nifak tohumu ekiciliği yapsam... Olamaz mı yani? Ortak olmak isteyen varsa yorum bıraksın. 
  • ''Çocukları vakumlu pompa gibi öpen teyze'' diye bir canlı var. Sevgilerini öptüğü çocuğun yanağını gölete benzeterek göstermeye çalışan bu teyzeler, ruh sağlığı bozuk bireylerin meydana gelmesinin yegane sebebidir. Özellikle o öpücüğü vermek için yaklaştığı sırada zamanın durduğu, adeta slow motion anların yaşandığı ve öpücüğün o tok ''şlaaapppsss'' sesi asla unutulmaz... 
  • Bir kaplumbağa tarafından kovalanıp ısırılmamın üzerinden yaklaşık olarak 20 sene geçti...
  • Fakat olayı merak ettin değil mi? Hemen anlatıyorum... Bizim mahallede Balaban amca vardı eskiden. Kendisi muhabbet kuşu, civciv, kaplumbağa ve balık satardı. Ben de her gün dükkanına giderdim. İşte o ziyaretlerin birinde bir kaplumbağa verdi elimde. Ama nasıl tipsiz, nasıl çirkin bir şey... Kaplumbağayı yere bıraktığım anda hayvan beni delicesine kovalamaya başladı. Kendi türüne ihanet edercesine, masallarda anlatılan tavşan ile kaplumbağa hikayesine gider yaparcasına kovaladı beni... Parmağımla iteleyim derken de o talihsiz olay meydana geldi... Evet, bir kaplumbağa tarafından kovalandım ve ısırıldım! 
  • Deniz kenarında çukur kazmaktan çok hoşlanırım. Amaçsızca, kilometrelerce çukurlar kazıyorum her seferinde. İşte bu maden çalışmalarımın birinde, başıma gene vahim bir olay geldi. Çünkü bu sefer de kızgın bir yengeç tarafından kıstırılarak dayak yemiş oldum.
  • Sanırım hayvanlar aleminden en fazla dayak yiyen insan benim. :( 
  • Fakat bir insanla giriştiğim kavgaları asla kaybetmem! Öyle de çirkef, pis bir yanım var. 
  • Yazı bitti. 

1 Haziran 2014 Pazar

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:39)

... sonra ben de ona dedim ki, ''seni güldürmenin lezzeti dimağıma yerleşiyor ve orada mutlu mesut yaşıyor.''
  • Sırf popüler olduğu için bir sezon daha uzatılmış komedi dizilerine benziyorum. Rol üzerime çok yapışmış ve ben artık kaçamıyorum. Mesela her cümlemin ardından güldürme efekti veriyorlar ama aslında komik değilim. Adeta başarısız bir Gülse Birsel senaryosu gibiyim.
  • Güzel benzetirim!
  • Egosuna gözü gibi bakan tiplerin hepsini alacaksın böyle -buraya ayıp kelimeler gelecek- yapacaksın. Bak bakalım sonra ne oluyor o -buraya da ayıp kelimeler gelecek- ... 
  • Yukarıda boş bırakılan yeri içinizden doldurunuz. Sonra da bunu hak ettiğini düşündüğünüz bir kişinin yüzüne karşı söyleyiniz. ''Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla'' olayı burada %100 çalışıyor!          -True story-
  • ''bayan'' kelimesi kadar beni ''bayan'' bir başka şey yok sanırım. Bayan nedir yahu? Kimdir yani? KADIN diyeceksin! KADIN! 
  • İnsan can sıkıcı bir mahluk. Adeta bir ziyan...
  • Ne oldu? Güldürmeli cümle yok diye mi sinirlendin?
  • Hülya Koçyiğit filmlerinde ya ölmektedir, ya da büyük oranda ölümcül bir hastalığın (-ki bu genelde verem olur-) pençesine düşmektedir. Bu nedenle Türk sinemasında ''Hülya Koçyiğit veremi'' diye bir hastalık vardır. Tedavisi için mutlaka pirzola, meyve ve mahalle doktorunun yazdığı ilaçlar gereklidir. Eğer rolü gereği zaten zenginse mutlaka Amerika'ya giderek iyileşir. Fakir ise Erol Taş'tan dayak yer en fazla. Ağzı kanar sürekli. Nazik bir biçimde öksürerek acı çeker. Filmin sonuna doğru Ediz Hun tarafından kurtarılır. 
  • ''Anneciğim, ben bu amcayı çok sevdim. Ona baba diyebilir miyim?'' 
  • Yukarıdaki repliği küçüklüğüm boyunca kullanarak babamı ve annemi rezil etmişliğim vardır. Sokakta gördüğüm her adama ''baba'' derdim, ancak kendi babama ismi ile seslenmekte ısrar ederdim. 
+ Bu resimdeki amca kim anne?
- O senin baban kızım!!!
  • Yazı bitti.

4 Mayıs 2014 Pazar

MASAL KAHRAMANLARININ GERÇEK MESLEKLERİ

Merhaba.
(ilk yazı için tıkla!)
Sahici bir tebessüm ile yalancı bir kahkaha arasında sıkışmış masal kahramanlarının gerçek mesleklerini öğrenmeye ne dersin?

  • Pamuk Prenses: 7 çirkin cüce tarafından basıldığında onu terk eden nişanlısının arkasından çok ağladı. Daha sonra servet avcılığına soyunarak Adanalı bir pamuk tüccarını kafeslemeyi başardı ve bu sayede çiftliğin hanımı oluverdi. Cücelerle yaptığı hain bir planla zengin kocasını öldürerek tüm servete tek başına sahip oldu. Cenaze sırasında timsah gözyaşları döktü ve el ayak çekildiğinde 8 kişilik bir yatak yaptırdı kendisine...
  • Robin Hood: Mahallenin zengin ve yaşlı kadınlarını ayartma suretiyle kazandığı paralarla kendine bir ajans açtı. Ajansta çalıştırdığı genç ve güzel kızlarla gününü gün ediyor.
  • Gargamel: Şirinler köyünü yağmalamayı bir türlü başaramadı. Maddi sıkıntıları yüzünden önce 5 sene dershanede, daha sonra da KPSS'yi kazanarak bir devlet okulunda kimya öğretmenliği yapmaya başladı. 
  • Atom Karınca: Çizgi filmlerden kazandığı paralarla vücut geliştirme salonu açtı. 
  • Fareli Köyün Kavalcısı: Peşinde dolaşan fareler nedeniyle veba hastalığına yakalandı. Ömrünün son günlerini bir saz ekibinde klarnet çalarak tamamladı.
  • Pinokyo: Meslek lisesinin torna tesviye bölümünü bitirdi. Gepetto öldüğünde işler onun üstüne kaldı. 
  • Nasrettin Hoca: İddia bayisi açtı. ''Ya tutarsa?'' diye diye müşterilerine tüyo vererek geçimini sağlıyor.
  • Ağustos Böceği ve Karınca: Homoseksüel bir evlilik yaptılar. Karınca ev işleri ile uğraşırken, Ağustos Böceği ise barlarda şarkıcılık yaparak evin geçimini sağlamaya çalışıyor.
  • Conan: Paralı ABD askeri oldu. Şimdilerde Irak'da.
  • Polyanna: ''Hayal mahsulleri'' adında bir hediyelik dükkan açtı. 
  • Arı Maya: ''5 kilo bal, 100 TL!'' sloganı ile arıcılık yapıyor.
  • Hansel ve Gratel: Pastane zinciri kurdular. İkisi de obez.
  • Spider Man: Yaptığı ağlar ile Ören Bayan'a rakip oldu. Konfeksiyon atölyesi var.
Peki gökten düşen elmalara ne mi oldu? Hepsini ben yedim...


29 Nisan 2014 Salı

AMAÇSIZÇOCUKTRİBİ 2 YAŞINDA!



Merhaba unutulmaz gezegen Plüton'un yörüngesinde toplanmış şanslı insanlar!
Merhaba kendi kendine espri yapıp mutlu olabilmeyi başaranlar!

AmaçsızÇocukTribi bugün 2 yaşında!
Bu kutlu günün sabahında ABD başkanı Barack Obama, İngiltere Kraliçesi 2.Elizabeth ve elbette ki Kuzey Kore lideri Kim Con-ın tarafından bizzat aranarak tebrik edildim. Rusya devlet başkanı Viladimir Putin ise benim adıma Ukrayna'ya 3 el top atışı yaptırdığını ileterek bu kutlu günde yanımda olamadığı için özürlerini iletti.

Aynı zamanda tüm dünyada ve yavru vatan Kıbrıs'ta süregelen çılgın eğlenceleri canlı olarak yayınlayan TV kanallarını geziyordum... İnsanlar sokaklara dökülmüş, çılgın atarak yengeç dansı yapıyorlardı ve yazılarımdan alıntılar yapıp hunharca kahkaha atıyorlardı...
Yani her şey son derece sıradan başlamıştı...
Ve ben üzülüyordum. Geçen her saniye daha fazla öfkeleniyor, Plüton aklıma geldikçe göz yaşlarıma engel olamıyordum. En yakın metro istasyonuna gidip ''sarı bandı geçmek tehikeli ve yasaktır'' uyarısına usulca yanaşıp ayağımı o sarı banttan geçirmek istiyordum...
Veya Mario oynayıp, onun kültür mantarları tarafından katledilişini izleyerek acı kahkahalar savurmak istiyordum gökyüzüne...
''Enter'' tuşu elinden alınmış bir Yılmaz Özdil yazısı kadar biçare, Game of Thrones spoilerına maruz kalan biri kadar sinirliydim...
Tam da her şeyden ümidimi kesip soru edatlarının ayrı yazılması gerektiğinin farkında olmayan bir facebook arkadaşımı hunharca harcayacakken gerçeğin fa... asdafs :)
TAMAM ABARTTIM! TAMAM VURMA! VURMA DİYORUM!
  • Burada her şey ''Başlangıçlar Güzeldir =)'' diye çiziktirdiğim kısa bir yazı ile başladı. Amacım gerçekten de ''merhaba'' demekti. Fakat düşünceme göre burası sadece şans eseri yazımı okumuş olanlardan oluşmalıydı. Gelen kişinin yolu bir şekilde buraya düşmeliydi. Tesadüfen olmalıydı. Zaten sırf bu düşüncem nedeniyle hiçbir mecrada bloğumun tanıtımını yapmadım. Bu yüzden yazdıklarıma benimle birlikte gülümseyen 125 kişiye sonsuz teşekkürler! 
  • Sanırım bloğa bile teşekkür borcum var. Çünkü gerçekte istediğim mesleğe onun referansı ile ulaştım diyebilirim. Sana da teşekkürler sevgili blog!
  • Yukarıdaki maddeye ek olarak şunu demek istiyorum: ''VAZGEÇMEYİN! HAYAL KURUN VE BU HAYAL İÇİN ÇABALAYIN!
Bunları yazmaya çalıştığım sırada babam gelip tepemde beklemeye başladı. Uzun uzun bakıştık. ''Yahu ne bakıyorsun kızım?!'' dedi. ''Hiç bıbıcığııım, Erdal Bakkal bıyıklarına bakıyordum'' dedim. ''Yani çok yakışıklıyım'' dedi. ''Evet baba'' dedim. Keyiflendiği için gitti Meclis TV'yi açtı...

  • Son teşekkür de sokaklara olsun... Bu kadar çok hikayeyi ve oyuncuyu nereden buluyorsunuz bilmiyorum ama çok başarılısınız sevgili sokaklar! Bloğumu beslediğiniz için teşekkürler!


28 Nisan 2014 Pazartesi

BİR BEYAZ YAKALININ DRAMI

Merhaba beyaz yakalılar.
Merhaba kapitalizmin kölesi olmak zoruna kalmış bahtsız okuyucu.
Yeni bir yazı dizisi diyelim biz buna. Üstelik bu dizide her şey var!
Entrika, dedikodu, acı, yalan ve daha bir çok çirkin şey!
Ne heyecanlı değil mi?
Bu dizide bir beyaz yakalının dramına şahit olacaksınız! Onun yaşadıklarına kah gülüp, kah üzüleceksiniz.
İddia ediyorum! Gerçek ''taht oyunları'' beyaz yakalılar arasında oynanıyor!
İddia ediyorum! Burası kurtlar sofrası!
İddia ediyorum! Şuan iddia edecek bir şeyim kalmadı!
asdfasa :)

*** Peki beyaz yakalı bir çalışan için ''iş hayatı'' nedir?
İyi  veya kötü bir ofiste masa başı çalışan, sabahtan akşama kadar bilgisayar başında retinalarını kurutan, patronunun ona biçtiği ''değer'' karşılığı iliğini kemiğini sömürten, samimiyetsiz iş arkadaşlarına tahammül etmek zorunda kalan insanların geçimlerini sağlamak adına katlanmak zorunda oldukları hayata ''iş hayatı'' diyoruz.
  • İş hayatında çoğu insan sorulan sorulara otomatik cevap verirler. İnsan ilişkileri fazlasıyla zayıftır. Kimseye güvenemezsin. İş saatleri içerisinde mecburen başka biri olursun. 
  • Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kalkıp işe gidersin. Akşam da 8'den önce eve gelemezsin. Sana kendin için 3 saatten fazla zaman kalmaz. Kısacası, hayat ile iş aynı cümle içinde zamanla anlamsızlaşmaya başlar.
  • Yaptığın işin niteliği, eğitim ve hatta iş performansın ne olursa olsun tam manasıyla kendini beğendirmen imkansızdır. Çünkü ''ucuz iş gücü'' odaklı çalışan iş verenler, ''senden çok var'' diyerek sana ve senin becerilerine değer vermezler.
  • Eğer kurumsal bir yere kapak atamadıysan yandın! Çünkü zaten hakkın olan sigorta, yol ve yemek parası gibi giderleri külfet olarak gören bir çok iş verenin olacaktır. Bu nedenle ''deneme süresi'' adı altında seni ucuza çalıştırırlar bir süre. Daha sonra da sigortanı en düşük limitten yatırarak emeklilik yıllarında alacağın maaşını deyim yerindeyse ''çalarlar.'' 
  • Öğle arası gibi dinlenme vakitlerine kimse doğru düzgün saygı göstermez. Fakat sen iş yerinden 5 dakika önce çıkmaya kalktığında ''kaytarıyor'' durumuna düşersin.
  • ''Toplantı yapmazsa ölecek'' hastalığına yakalanmış bir patronun varsa yandın! Sürekli yapılan performans toplantıları sonucunda gerilmekten botoxlulara dönersin. Egosuna boyun eğmeni bekleyen bir ''üst'' tarafından eleştirilirsin.
  • İşini seviyorsan ne ala, sevmiyorsan haftanın her günü o iş yerine ayakların sürüyerek gitmek zorunda kalırsın.
  • Araya karbon kağıdı konulmuş gibi günler geçirirsin. Öfkelenirsin. Hakkını alamıyor olmaktan şikayet edersin. Nefret edersin. Değişirsin. Sonra sen de aralarına karbon kağıdı konulmuş standart beyaz yakalılardan biri haline gelirsin...
NOT: Bu yazıyı dizimizin sinopsisi olarak düşünün. İlk bölüm çok yakında!



24 Nisan 2014 Perşembe

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:18)

Adım G.
Kendi içimde yaşıyorum.
25 yıldır nefes alıyor ve bir kaç yıldır da yaşıyorum.
Çayı şekersiz içerim ve açıkçası pek de sevmem. Bu nedenle edebiyatını yapmak aklıma gelmez.
İçimde kaç kişi olduğu ve onlarla tam olarak neler konuştuğum onlarla benim aramda bir sır.
Adım G. demiş miydim?
Size bu cümleleri var gibi görünen ama aslında yok olan bir hisle yazıyorum. Bir de suratına fener tutulmuş tavşan misali, boş boş bakıyorum kendi hayatıma.
Hayatla yaptığım yarışların, bir zamanlar sadece ''arkadaşlarımı geçmek'' üzerine kurulu olmasını özledim...
İnsana dair ne çok baş belası duygu var... Değil mi?
Adım G.
Tanıştığımıza memnun oldum...
***
asdafs :)) Bir an için şaşırdın değil mi? Bloğun ruhuna aykırı cümleler kurunca heyecanlandın tabii. Fakat arada hoşuna da gidiyordur eminim. Saklama... Saklama diyorum. Açık ol. Sadece sen ve ben varız şuan. Rahatla. Gevşe. Derin nefes al, ver. Al, ver.
***
Merhaba yengeç dansı yaparak güne ''merhaba'' diyenler.
Nasılsınız? Beni sorarsan so-so be gözüm! Aslına bakarsan öyle çok önemli şeyler olmadı ama hani özlemişsindir diye şey ettim. Çünkü farkındayım ben, her gün bloğa bakıp bakıp çıkıyorsun. Yeni yazı göremeyince hüzünleniyorsun. Kalbinde adını koyamadığın sızılar oluşuyor sonra. Bu ne hasret? Bu ne özlem? Atlayıp da geldim he-man!

  • Geçtiğimiz hafta artık evli barklı ve çocuklu olmuş bir arkadaşımın evine ''bebek görmeye'' gittik. Böyle bir şey var işte. Yeni evlenirler, ev görmesine gidersin. Seks yaparlar, çocukları olur, sen bebeği görmeye gidersin. Orada kısır yersin. Çay içersin. Bebek seversin. Seversin de... Yahu biz ne ara bu kadar büyüdük? Daha 3-4 sene önce ben o kızdan ders notu dileniyordum :) ''Ay yok çok kötü geçti sınav'' deyip bölüm birincisi olan bu kız, nasıl oluyor da şimdi önümde bebeğini sallıyordu? Hayat garip.
  • Bloğun taslaklarında çok feci güldürmeli yazılar var. Tamamlayınca okursun.
  • Nereye baksam evlenen veya evlenmek üzere olan arkadaşlar görüyorum. Arkadaşlar durun! Durun, yoksa kalbime indireceksiniz! Teker teker gelin! 
  • Otobüste şahit olma şansızlığına eriştiğim iki sevgilinin telefonda ki barışma sahnesi:
Kız: Haaaayııııır... Bana ne pişmansan, pişmansın. Yaaaaa ooooofff. Hayır diyorum sanaaaağğğ. Yaaaa. Ahahaha. Hayvan gibi pişman olcan tabi. Ahahaha. Bana neeeeee. Kapıyorum baaaak. Ay yok gelmeeee. İstemiyorum. Hayııııııığğğğrrrr. Hah delisin yhaaaa. Çılgıııın!

* Tabii ben kızın yanı başımdaki haykırışlarını duyunca kulaklığımı çıkarma gereği duydum. Aha dedim, bloğa malzeme çıkmak üzere. Aha dedim, mevzu var. Fakat yukarıdaki cümleleri duyduğum an adeta hipnotize oldum. ''Hayır'' kelimesinin daha kaç farklı tonda, kaç farklı şekilde söyleneceğini işittim. Korkunçtu.
  • Ofiste oturduğum koltuk böyle dönmeli derili olanlardan. Rengi de beyaz. Günün belirli saatlerinde oturduğum yerde fırıl fırıl dönerek kötü karakter taklitleri yapıp kendimi güldürüyorum. Mesela daha biraz önce aniden dönerek ''hatırladın mı beni? bir zamanlar fakir diyerek hor gördüğün, dalga geçtiğin o gururlu kız! işte ben! ben! yaşar usta!'' diye bir replik canlandırdım. Kendi kendime güldüm. Uzun süre kıkırdadım. Kamera falan yok diye biliyorum gerçi. Ama varsa fena...
  • Yazı bitti. Fakat sakın üzülme. Bir kaç gün sonra bloğun 2. yaşını kutlayacağız beraber. :)


8 Nisan 2014 Salı

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:38)

Merhaba.

  • Mavi başörtüsü ve nefis Anadolu şivesi ile Tehlikeli Oyunlar'ı okuduğunu anlatan ve pazar sabahı tadındaki sohbeti ile iş çıkışı bindiğim otobüsü şenlendiren şirin mi şirin bir teyze tanıdım geçenlerde. O Hikmet Benol'a yazık oldu diyerek üzülürken, onu unutmamak için telefonumun taslaklar kısmına bir kaç cümle yazdığımı anlamadı bile. 
  • Edebiyat sohbetimizin ortasında kaynana ile yaşamanın zorluklarından bahsetmeye başladı aniden. Konuya nasıl giriş yaptığımızı asla anlayamadım. Umarım yeniden karşılaşırız.
  • Öyle aşırı bir demokrasi hakim ki ülkeye, insan aşırı demokrasiden çıldıracak gibi oluyor. Böyle kafalar bi'milyon (!)
  • Beynimi yıllık izne çıkarmak istiyorum.
  • Game of Thrones başladı! (-İşte yine geldi tipini sevdiklerim!)
  • Yukarıdaki haberin bünyem üzerindeki etkilerini abartıp telefonda dizi müziğini mırıldanıp türlü şirinlikler yapmışlığım bile var. (dııııı-dııııı-dıdıdındııııııı-dıdın-dındıdınnn-)
  • South Park'ın o pek sevdiğim ''Kyle's mom a stupid bitch'' şarkısını da telefonda bağıra çağıra söylemişliğim vardır mesela.
  • Ne zaman ki ''Rains of Castamere'' şarkısını duyuyorum, işte o zaman sırtımı yaslayacak duvar aramaya başlıyorum biriciklerim. Biri ''Lannister'ların selamı var'' diyerekten boğazımı kesecek zannediyorum. Hayır yani taht üzerinde herhangi bir hak iddiası içinde de değilim. Az biraz yancılık yaptığım doğrudur ama yeri gelirse Khaleesi'yi bile satarım yani. Zaten ejderhalarına söz geçiremeyen Khaleesi'yi ben ne yapayım? Giderim Kings Landing'e hiç olmazsa Sansa'ya göz kulak olurum. Veya hiç olmadı Arya'yı Jon Snow'a falan götürürüm. Neden şimdi bu öfke? Neden bu nefret?
  • George R. R. Martin neden beni de olaya katmıyor ki? Bence taht oyunlarında kilit bir öneme sahip olabilirdim. Gerçi aynı yüzsüzlüğü J. R. R. Tolkien için de yapmıştım. Yüzüklerin Efendisi'nde kardeşliğe beni de katabilirdi. Veya ne bileyim, J. K. Rowling'de aynı şekilde Harry Potter'da bana bir yer verebilirdi. Saksı değilim ben!
  • Yazı bitti.

26 Mart 2014 Çarşamba

BAŞIMIZA GELMESİ MUHTEMEL SAÇMALIKLAR LİSTESİ

Merhaba hayatını 3. sınıf Japon korku filmi kıvamında geçiren takipçilerim.
Merhaba bahtsız bedevilerim.
Merhaba... adsfadsfa =) Tamam tamam...

Adeta Brezilya dizisine dönmüş bir ülkede yaşıyoruz. Ben de ''ağlanacak halimize gülüyoruz'' insanlarının yaşadığı ülkemizin bir ferdi olarak, kendi adıma naçizane bir kaç kehanette bulunduğum bir yazı çiziktiriverdim.

Şimdi herkes gözlerini aşağıdaki maddeciklere doğru yöneltsin bir zahmet...


  • Bir çok capse konu olan RTE'nin selfie tadında ki web cam fotoğrafının ardından kaosa sürüklenmemiz sonucunda ülkeyi kurtarma görevi bana verilecek. Önce mağrur bir şekilde ''ben sade bir vatandaşım. ayrıca ben bu yaşına kadar Morpheus'dan gelecek mavi ve kırmızı hapı beklemiş insanım. ne demek şimdi bu?'' diyerek şiddetle reddedeceğim. Bunun üzerine Bülent Arınç gözyaşlarına boğulacak. RTE ise ''biliyorsunuz kendisi Amaçsız'' diyerek hakkımda asılsız iddialarda bulunacak. İlla ki göreve gelmem gerektiğini savunan Kılıçdaroğlu, elinde belgeler olduğunu söyleyerek beni zor durumda bırakacak. Bu sırada Fethullah Gülen'de twitter'dan yönetime geçmem için baskı kuracak. Abdullah Gül ise ''yeter ki gel Amaçsız! söyle, nereye imza atıcaktım?'' diyerek olaya dahil olacak. Daha sonra aylık. 850 TL. maaş + yemek + yol + ssk ile ülkeyi kurtarma görevini kabul edeceğim. Ülkenin başına geçişim herkes tarafından sevinçle karşılanacak. Özellikle Obama ve RTE'nin el ele kol kola çılgın atarak yengeç dansı yaptığı o parti hiç unutulmayacak. 
  • Ülkenin başına geçer geçmez ''herkes istediğini yapsın. çalışmanıza da gerek yok. maaşlar beleşe. haydi gençlik partiye'' diyerek gönülleri fethedeceğim. Her günümüz parti ve festival kıvamında geçecek. Ülkenin kapısını da sonuna kadar açacağız ki bu çılgın eğlenceye tüm milletler katılsın.
  • Aymazlığım ve dahi saçmalıklarım sonucunda ülke Survivor adasına dönecek. Tüm dünya merakla bizi izler olacak. İlk kez reytingleri düşen Acun'da bu yenilgiye dayanamayıp intihar edecek. 
  • Yüzüklerin Efendisi serisine olan hayranlığım nedeni ile tüm şehirlerin isimleri değişecek. Herkes Yüzüklerin Efendisi akımına kapılarak raydan çıkacak. Ben kendimi Legolas zannedeceğim. Saçlarımı sarıya boyatıp ok talimi yapmaya başlayacağım. 
  • Baş gösteren aşırı eğlence sonucunda dış mihraklar kapıyı üstümüze kitleyerek bizi ülkeye hapsedecek. Zaten ben de bir süre sonra saltanattan sıkılarak Bodrum'a yerleşeceğim ve yerimi Adnan Oktar'a teslim edeceğim... 

26 Şubat 2014 Çarşamba

PSİKOLOĞUMUN GİZLİ NOT DEFTERİNİ ELE GEÇİRDİM! (VOL:3)

21 Şubat Cuma:
Ofisin manzarasız penceresinden kirli dünyayı seyrediyordum. Bir şey düşündüğüm yoktu. Birazdan bir ''hasta'' daha gelecekti ve ben başka bir hayatın penceresinden bakacaktım 1 saat boyunca... Melankolik miyim bugün? Belki... İşte tam da bu ''belki'' leri düşünmeye başlayacaktım ki, kapı ardına kadar açıldı ve AmaçsızÇocukTribi içeri girdi.

Ben: Hoş geldin Amaçsız. Görüşemedik bir süredir?
Cevap vermek yerine eliyle sus işareti yaparak kapıyı usulca kapadı. Sonra da dik adımlarla karşımdaki sandalyeye oturdu ve anlatmaya başladı...

İçimde ''şeyler'' var doktor. Nasıl desem? Birileri var içimde... Karışmasınlar diye isim verdim her birine. Mesela Amaçsız2, tam bir doyumsuz. Belki biraz sapık. İlginç zevkleri var. Anlatırsam senin bile yüzün kızarır. ''Az şiddet, şiddetlerin en kötüsüdür.'' diyor... Sonra Amaçsız3 var. Bloğu yazan kişi o. Esprili, güler yüzlü bir şey. Gözlerinin içi güler. İnsanlar en çok onu seviyor diye her gün onu giyinip çıkıyorum dışarıya. Amaçsız4, tam bir korkak. Bilinmeyen her şey ona korku veriyor. Geceleri ölümünü hayal ediyor. Fakat o kadar bencil ki, acısız bir ölümden başkasını kendine yakıştıramıyor. Amaçsız5-6-7-8-... Daha sayayım mı doktor? İşte ben her gün içimdeki bir sürüyle baş etmeye çalışıyorum. ''AMAÇSIZ2!'' diye haykırıyorum, ''Söyle o sağ meleğe, bugün karışmasın bize!'' ''Tamam efendim.'' diyor. ''Olmayan sevaplarımı da Amaçsız1 yazsın!'' diye buyuruyorum. Cevap veren çıkmıyor o zaman. Bozuluyorum.
Ama en kötüsü de ne biliyor musun? Amaçsız1'i tanımıyorum... İşte içimdeki o ''birileri'' aklımın odalarını karıştırıyor. Aklımın odalarına üst üste çöpler atıyorlar. Bir süre sonra içerisi o kadar mide bulandırıcı oldu ki, en sonunda sana geldim işte.
Aslında ne var biliyor musun? Ben kendimle ''ayrı dünyaların'' insanlarıyız. Işığa baktıkça daha da şiddetlenen bir baş ağrısı gibi ruhumdaki migren. Ruhta migren çıkarsa ne olur doktor? Ben hariç her şey gerçek, ben hariç her şey fazla... Çok fazla.
Neyse bak vaktimiz doldu gene... Yanlış anlama beni olur mu? İnsanları severim aslında. Benim derdim insanlıkla...

12 Şubat 2014 Çarşamba

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:37)

Merhaba. Hemen maddeleri okumaya başla ve asla başka bir şey düşünme.
  • ''Mücahit'' diye bebek ismi olur mu? 2 aylık bebeğin elini öpesim geliyor sonra. Yapmasınlar bunu işte.
  • Çöp atarken ciddi manada geriliyorum. Bana nedense çok büyük sorumluluk isteyen bir işmiş gibi geliyor. Özellikle ayağımızla basarak açtığımız çöp kutularını kullanırken soğuk terler döktüğüm olmuştur. Ya çöpü atınca kapak kapanmazsa? 
  • Bir sms'i 2 kontöre gönderdiğimiz o günler çok geride kaldı. Hatta ''valla sadece çağrılık kontörüm var'' cümlesinden de bir hayli uzağız. 
  • Hazır kart ile muhabbet kart arasındaki farkı anlamaya çalışmakla geçen bir ergenlik yüzünden bu hale geldik biz.
  • Dün sabahın erken saatlerinde Ortaköy sahilinde tek başıma otururken bir çocukla ''çocuk'' oldum yeniden. Beraber deniz anaları hakkında derin ve eğlenceli bir sohbet yaptık. Tam da gülüşürken gelen yaşlı bir amcanın ''hayırdır? kızım dikkat et bunlar yan kesicidir'' deyip, minik arkadaşımı korkutana kadar süren kısa bir mutluluk anıydı. ''Abla, sen de çocuktun eskiden değil mi?'' 
  • ''Bu senin hayatındı oğlum Hikmet. Böyle bir oyun üzmedi mi seni?''
  • Önümüzdeki genel seçimler için ''FAKİRLİĞE VEDA PARTİSİ (FVP)'' adında bir parti ile siz değerli halkımın kurtarıcısı olmayı planlıyorum. Bakınız, FVP diyorum. Anladınız mı? Bunu bir düşünün bence. Bence olabilir. Bence buradan bana oy çıkar.
  • Yukarıdaki maddeyi okuyup da gülme sakın. GÜLME! BAK GÜLME! FVP hepiniz için var! BENİ CİDDİYE ALIN!
  • İncir Reçeli-2 çekiliyormuş. Nasıl sevindim bilemezsiniz. Uzun zamandır Popüler Kültür Çöplüğü Film Kuşağı Serisi yazamıyordum. İyi oldu bu. 
  • Üzerindeki pahalı takım elbisesi ile poz veren, mahallemizin duvarlarını kendi çirkin görüntüleri ve ucuz sloganları ile kirleten tüm muhtar adaylarından nefret ediyorum. Oy sandığına sırf bu yüzden aşk mektubu atmayı düşünüyorum. He ama genel seçimler farklı. Orada yüksek irademi sonuna kadar göstereceğim!
  • Oyun oynamayı seviyorum. En çok da bir role sahip olmayı... :) ''Söylesenize bayım, bugün sizin için ne olmamı arzu edersiniz?'' 
  • Yazı bitti.

24 Ocak 2014 Cuma

PSİKOLOĞUMUN GİZLİ NOT DEFTERİNİ ELE GEÇİRDİM! (VOL:2)


(geç yayınlanmış bir yazı.)

31 Aralık 2013 Salı:

Oysa ki gün ne kadar da güzel başlamıştı... Randevu talep eden kimse yoktu. Öğlene kadar ofiste boş boş oturduktan sonra evime gidecek, yılbaşında çok eğleniyormuş numarası yapmak üzere sıkıcı planlara girişecektim. Fakat daha ofisin kapısına yeni gelmiştim ki merdivenlere oturmuş bir halde beni bekleyen AmaçsızÇocukTribi ile karşılaştım. Günün anlam ve önemine uygun olarak başına kırmızı bir Noel baba kukuletası takmıştı. Beni görür görmez yerinden zıplayarak kalktı ve ''yeni yııııığğğğğğlllllll'' diye haykırıp kahkahalar atarak yengeç dansı yapmaya başladı.

Ben: Amaçsız? Geleceğini bilmiyordum.
Amaçsız: Ahahah bugün herkes mutluluk taklidi yapıyor. Neden sana gelsinler ki?
Ben: Madem öyleymiş sen neden geldin?
Amaçsız: İşte kimsenin gelmeyeceğini bildiğim için daktır!

Aramızda geçen bu kapı önü sohbetinden sonra benimle birlikte hoplaya zıplaya içeri girdi. Zıplarken bir yandan da kukuletasını özenle tutuyordu. Çizmelerinin boyuna kadar gelen geyikli kırmızı çoraplarına bakılırsa yılbaşı ruhuna kendini fazlasıyla inandırmıştı. Kısa bir süre sessizlik içinde beklemeye karar verdim. Nasılsa kendi kendine konuşmaya başlayacaktı. Artık onu tanıyordum...
Gerçekten de ben sormadan anlatmaya başlamıştı bile...

''Hepimizin huzur arayışı farklı doktor. Seriye bağlamış bir katil için öldürmek huzur demektir. Dünyada sıkışıp kalmışların ise ölümüdür huzur.
Kendimi bulduğum her şeyden kaçmaya o kadar alışmıştım ki, tesadüfen kendimle karşılaştığımda çok şaşırmıştım.
Ve bence büyümek diye bir şey yok doktor. Sindirmek var, doymak var, affetmek ve bilmek var. Ama büyümek hiç yok. Ben 25 yaşında bir çocuğum.
İnatla varlığımı kanıtlamaya çalışan kuantum fiziğinden nefret ediyorum doktor. Bana, benim varlığımı kanıtlamaya çalışan bilimi ne yapayım? Allahtan bizim bakkal kuantum fiziğinin bizim var olduğumuzu değil, aslında yok olduğumuz ile ilgili bir şey olduğunu söyledi de rahatladım.
En büyük dileğin nedir doktor? Lütfen bana hayallerini anlatma. Kimse en büyük dileğini sorsam hayallerini anlatmaya başlıyor. Ve kime hayallerini sorsam, hepsi bir bir eksikliklerini sıralıyor. Bu benim istediğim cevap değil. Sahiden beni anlıyor musun?
Şehirler dolaşmak ve sokaklarında çamura saplanmak için inşa edilmişlerdir. İnsanlar da böyledir. Eğer bir insanı keşfetmek istiyorsan git ve kaybol onda.
Ben bir adamı keşfettim.
Kalbinde kayboldum.
Ben onun kalbinde turist olamazdım zaten doktor.''

Son cümleler illa vurucu mu olmalıdır? Öyle olmak zorunda değiller...

22 Ocak 2014 Çarşamba

ÇALIKUŞU...

Kitaplığımda bulunan eski basımının ilk sayfasında ''Mary İstiroti 6-B'' yazıyor.
O kadar eski bir kitap ki sayfalarını dikkat etmeden çevirirsen kopuyor, un ufak oluyor. Orta sayfalarda bir yerlerde damla damla kan lekeleri var. Dikkatsizliğim yüzünden kanamış parmağımdan akan damlacıklar ile yaptığım harika süsler... 
Çoğu yerini ezbere bildiğim, hayatıma damgasını vurmuş bir kitaptır Çalıkuşu. O yüzden şimdi bunları yazarken bu kadar zorlanıyorum...
Ben mi Feride'ye benziyordum, yoksa bu kitabı o kadar sevdiğim için mi benzedim Feride'ye bilemiyorum. Tüm ele avuca sığmaz coşkusunun, çocuk neşesinin altında gizlediği kırılganlığı, -doktor Hayrettin bey'in de söylediği gibi- onu kavuran sevme ve sevilme ihtiyacı ile ''çok güzel'' demenin yetersiz kaldığı bir insan... Hem bu kadar çocuk, hem de bu kadar büyük bir insan... Hem haşarı, hem de bu kadar olgun... 
  • ''Kuşlar pek zavallı, ne istediğini bilmeyen, bedbaht varlıklar. Onları tutup zorla kapatmalı kafese, zorla, zorla!'' yakarışı ile aslında özgürlüğüne düşkün biri gibi görünen ama aslında sahibi tarafından sonsuza dek bir kafese kapatılmayı isteyen küçük bir kuşa benzer Feride. 
  • ''Sen bir parça da olsa benimdin, bense tüm kalbimle senin...'' 
  • Kitabı bugün bile okuduğumda anlıyorum ki Feride idealistliğinden değil, hiçbir zaman açığa vuramadığı duygularından uzaklaşmak ve kimseye kendini anlatmak zorunda kalmamak için yuvasından kaçıp gitmiştir...
  • ''Dağlarda ismini bilmediğim bir ot yetişir. Feride, insan onu daima koklarsa, bir zaman sonra kokusunu daha az duymaya başlar. Bunun ilacı, bir zaman onu kendinden mahrum etmektir. Hatta bazen, sırf o eski güzel kokuyu yeniden bulmak hırsıyla herhangi bir kokuyu, mesela bir manasız ''sarı çiçeği'' yüzüne yaklaştırır.''  Kamran, Feride'nin çekip gitmesine neden olan ''sarı çiçek macerası''nın açıklamasını kitabın sonunda böyle yapar... Bu, buruk bir son'dur... 
  • ''Kamran, ben seni sevmesini senden ayrıldıktan sonra öğrendim. Hatta yaptığım tecrübelerle, başkalarını sevmekle sanma sakın! Gönlümün içindeki derin, hazin, ümitsiz hayalini sevmekle. Zeyniler mezarlığının karanlığında, rüzgarın sonbahara kadar ağlayıp haykırdığı uzun gecelerde, çeçen arabalarının ince sesli, yanık çıngıraklarının titrettiği bu ovalarda, söğütlük bahçelerinin ılık iğde kokularıyla dolu yollarında, ben hep seninle yüzyüze, senin hayallerinin kollarında yaşadım...''
  • Seneler sonra evine geri döndüğünde hala Kamran'ın sevgisine ihtiyacı vardı...
         -Sevdin mi, beğendin mi Gülbeşeker'i?
         -Sevdim.
         -Bir daha söyle, ben gülbeşeker'i sevdim de.
         - Ben gülbeşeker'i sevdim.
         - Ben gülbeşeker'i çok sevdim de.
         - Ben gülbeşeker'i sevdim. Ben gülbeşeker'i çok ama çok sevdim. Senin istediğin kadar çok sevdim.
  • Feride tecrübesizdi. Pervasız bir acemiydi... Ancak bir aşkın derin acısıyla hayatını heder etmeyi, bu aşkın acısı ile büyümeyi başarmıştı. Anadolu'da öğretmenlik yaparken ona aşık olanlara rağmen o, gönlünden kendi yangınını eksik etmeyecek kadar derin bir ruha sahipti. Herkes öpmenin, dokunmanın, kısacası somutluğun peşindeyken, o gönlünün içindeki hazin hayali, o soyutluğu sevmeyi başarabilmişti...
  • ''Bu son ayrılık saatinde hakikati niçin saklamalı? Bu okumayacağın defteri ben senin için yazdım Kamran. Yanlış, çok yanlış bir iş tuttuğumu bugün itiraf edeceğim. Ben her şeye rağmen seninle mesut olabilirdim. Evet, her şeye rağmen seviliyordum, fakat istedim ki çok, pek çok sevileyim, kendi sevdiğim kadar değilse bile, -çünkü buna imkan yok- buna yakın sevileyim. Bu kadar sevilmeye benim hakkım var mıydı? Zannetmem Kamran.''
  • ''Söyle bana Feride, bu kadar derin bir vefayı, bu kadar ince bir ruhu, bu küçük kalbinin neresine saklamıştın?'' 

16 Ocak 2014 Perşembe

BİR DÜĞÜN KLASİĞİ: AYAKTA TAKILAN DELİKANLILAR VS DÜĞÜN KIZLARI

Merhaba düğünlerde takı töreni sırasında ortadan kaybolan, ancak pasta ve limonata servisini de asla kaçırmayan havalı insanlar topluluğu.
Herkes hazır mı? O halde başlıyorum...

1-) AYAKTA TAKILAN DELİKANLILAR:
Genellikle ''damadın mahalleden arkadaşları'' sıfatı ile düğüne sızan ve tüm akşam boyunca kapı kenarında pusuya yatmış bir şekilde ayakta bekleyen bir canlı türüdür.
  • Yaşama Alanı: Düğün salonunun kapı kenarı.
  • Ayırt Edici Giysisi: Kumaş pantolon, göğsü açık tek renk gömlek, sivri burun ayakkabı. (yakınlık derecesine göre ceket giyinmiş de olabilir.)
  • Beslenme Şekli: Düğün boyunca sigara içer. Pasta yemez ancak çerez ikramını da asla kaçırmaz. Duruma göre mutlaka gizlice alkol tüketir.
  • Hareket Kabiliyeti: Minimum düzeydedir. Ayakta takılır. Kanında bulunan alkol oranı yeterli düzeyde arttığında ise ''bu sene de bekar gezelim'' isimli şarkıda coşar.
  • Tehlikeli Yanları: Gözleri keskindir. Bu nedenle düğün salonu içinde bulunan genç kızları göz hapsine alır. Şayet anahtarlığında lazer varsa, dans eden kızın çeşitli bölgelerine lazer tutacak kadar saldırganlaşır. Saatler ilerledikçe kızlardan birini seçer ve yanındakilere ''yengeniz'' diye ilan eder. Düğün sonunda kavga çıkarma olasılığı yüksektir.
2-) DÜĞÜN KIZLARI:
Genellikle ''gelinin bekar arkadaşları'' sıfatı ile düğüne sızan ve tüm akşam boyunca dans etmek suretiyle dikkatleri üzerine çekmeye çalışan bir canlı türüdür.
  • Yaşama Alanı: Düğün salonu dans pisti veya ''özellikle'' kapıya yakın olarak seçilmiş bir masa. 
  • Ayırt Edici Giysisi: Allı pullu bir elbise. Ancak mutlaka saçlar maşalı veya toplatılmış olmalı. Topuklu ayakkabı giyer. Abartılı makyaj yapmıştır. 
  • Beslenme Şekli: Düğün pastası ve limonata. 
  • Hareket Kabiliyeti: Çok hareketlidir! Özellikle oryantal ve çiftetelli uzmanıdır. Gece boyunca asla yerinde durmaz. 
  • Tehlikeli Yanları: Gözleri keskindir. Bu nedenle ''Ayakta Takılan Delikanlılar'' türünün fazlasıyla farkındadır. Sürekli ''acaba bakıyorlar mı?'' endişesi taşıdığı için mutlaka poz verir gibi duruşlar sergiler. Düğün sırasında sürekli gelini çekiştirir. Dedikoducudur. Gece sonuna kadar en az bir aşık edinmek için uğraşır.
Şimdi bu iki canlı türü düğün başladığı andan itibaren inanılmaz bir hızla etkileşime geçmeye başlarlar. Kişiler arasında yazılı olmayan kurallar vardır. Mesela kimse kimsenin ''kesiştiğine'' bakmaz. Haberleşme ise genellikle ''ulak'' olarak kullanılan çocuklar tarafından sağlanır.
Çocukken ''ulak'' olarak bir dönem görev yapmışlığım var. Bu nedenle ciddiye alın beni! Gülmeyin! Gülmeyin bana!
Çünkü ben, görevinin bilincinde olan bir ulaktım. Sayemde yuvalar kurulabilir, belki de ufacık bir çikolatayı alamadım diye daha kurulmadan yıkılabilirdi...
Fakat işin asıl ilginç yanı, ziyaretlerim sırasında gruplar arasında yapılan ufak konuşmaları bir iki bozuk para karşılığında karşı tarafa ispiyonluyor oluşumdu... 

X: Amaçsız? Gel kız buraya! Sen kağıdı verirken ne konuşuyorlardı?
Amaçsız: Bilmem ki. 
X: Nasıl bilmezsin? Anlatsana kızım! Bak sana 1 TL. veririm. 
( 1 TL. mi? Büyük para doğrusu!)
Amaçsız: İşte bu Y abla var ya hani... Konuştuğu çocuk varmış.
X: Kim? Kimmiş o? 
Amaçsız: Hüsniye teyzenin oğlu var ya hani. Oymuş.
X: Vay şerefsiz! Bi kıza bak, bi herife bak!
(yanındaki arkadaşlarına dönerek) Abi bu akşam o pisliği dövüyoruz. Hem kavga çıksın namımız yürüsün dimi?!
Gece sonunda gerçekten de kavga çıkmıştı. :)
Her ne kadar işin etik ahlakına aykırı olarak hareket etmiş olsam da, neticede çocuktum ve teknoloji henüz gelişmemişti... Mesela şimdi whatsapp var, ne bileyim var da var yani. O zamanlar ulaklara saygı büyüktü. Çok para kaldırdık o dönem. :) asdafsdaf :)

13 Ocak 2014 Pazartesi

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:36)

Merhaba ayakkabı kutusunda ne var acaba diye meraklandığım okuyucularım.
  • Başörtüsünde kırbaç, kelepçe ve zincir desenleri bulunan teyzeyi gördüğüm günden beri bir çok şeyi sorgulamaktan vazgeçtim. 
  • Her akşam işten dönerken otobüste aynı insanları görüyorum. Aramızda adeta gizli bir anlaşma varmışcasına hepimiz aynı yerlere oturuyoruz. Yolculuk boyunca otobüse binen tanımadık kişilere karşı belirgin bir soğukluk besliyoruz. Neden bu tribe giriyoruz hala anlamış değilim.
  • Bu yolculuk sırasında dikkatimi çeken 30-35 yaşlarında bir abla var. Sarıya boyalı düz saçları, köşeli gözlükleri ve ciddi giyimi ile tam bir ''İnsan Kaynakları'' çalışanı. Her akşam otobüse biniyor ve Grinin 50 Tonu adı verilen son derece başarısız bir kitabı okuyor. Rutin bir D&R ziyaretim sırasında bu kitabın 3-5 sayfasını ayakta okumak gibi bir yanılgıya düşmüşlüğüm var... Artık nasıl bir sayfaya denk geldiysem bir anda... asdafsdafg =))
  • Nasıl? Keyifler yerinde mi? Alevli meyve tabağı da getireyim mi?
  • Kitapçıları gezerken insanların kitap seçimlerine bakarak karakter analizlerini yapmak gibi kötü bir huyum var. Mesela -kendim de bir blogger olmama rağmen- ''dizüstü edebiyat'' adı verilen kitaplardan ciddi manada tiksiniyorum. Koca arama serüvenlerini yazan blogger hanımların beceriksizlikleriyle nasıl ün kazandıklarına şaşırıyorum. 
  • Tamam sakinim! Tamam tutma beni! Sakinim!
  • Kovboy filmlerinde ''suratına içki dökülmeden sinirlenmeyen kovboy'' diye bir şey var. Bu kovboy samimidir. Belki de içkinin ziyan olmasına üzülüyordur. Mesela bu tür kovboylar fonda müzik olmadan da dövüşmezler. İlginç.
  • Bir de babaların kovboy filmlerine karşı duydukları inanılmaz merak vardır. Mesela benim babam her cumartesi sabahı TRT-1'de verilen kovboy filmlerini izliyor. Kendisine ''günaydın'' diyorum, cevap yok. ''Naber baba?'' diyorum, eliyle sus işareti yapıyor. Adam adeta transa geçiyor. 
  • ''Sıcak süt içerken kaymağın üst dudağa yapışma anı'' isimli bir dram filmi çekmek istiyorum.
  • 12 Ocak 2014 : Bülent Ersoy'un tesettüre girmesi hadisesi üzerine fazla düşünmemeye çalışıyorum.
  • Yazı bitti.

10 Ocak 2014 Cuma

BİR İNSAN KAYNAKLARI KLASİĞİ: AYLİN HANIM

Merhaba bloğumun neşesi, ötesi, berisi okuyucularım.
Uzatmalı meseleleri paylaşmaktan ziyadesiyle haz duyduğum bir tespitsel yazısına daha hoş geldiniz!
***
O hepimizin hayatında en az 1 kez gördüğü biri.
O bir mülakat canavarı.
Onun adı Aylin Hanım...
İnsan kaynakları birimi olan tüm kuruluşlarda mutlaka bir Aylin Hanım vardır. Hatta Aylin Hanım'ın olmadığı bir iş görüşmesi hayal dahi edilemez. İçinde Aylin Hanım'ı çalıştırmayan bir insan kaynaklarına da asla güvenilemez. Eğer iş görüşmesine gidilecekse mutlaka bir Aylin Hanım olmalı orada.
Aylin Hanım önemli. Önemli... Önem... Ö... (sesim burada giderek uzaklaşıp bir fısıltı halini alıyor.)


Aylin Hanım hayatımızın her anında karşımıza çıkabilir. Kimi zaman müdür, kimi zaman satış departmanında, kimi zaman bir sekreter... Ama en çok da insan kaynaklarından Aylin Hanım olarak çıkar karşımıza... Onu tanımak kolaydır. Boyalı düz saçları, hemen dizinin altında biten kalem eteği, sivri burun topuklu ayakkabıları ve elbette yapay tavırları...Ve elbette her canlı bir gün insan kaynaklarından Aylin Hanım ile mülakata girmeyi tadacaktır!!! (cümlenin vuruculuğuna bakar mısınız?)
İnsan kaynaklarından Aylin Hanım ile defalarca mülakata girmiş biri olarak sizi uyarmalıyım: Aylin Hanım tam bir profesyoneldir! Onu atlatamazsınız! Onu köşeye sıkıştıramazsınız! Bu yüzden size yaşadığım GERÇEK bir Aylin Hanım mülakatından bahsetmek istiyorum...
***
Malikanemde oturmuş margaritamı yudumlu... asfadsfa :) Tamam ciddiyim!
O zamanlar işsizdim. Öğlen vaktini çoktan geçmiş olmasına rağmen üzerimde hala pijamalarım vardı. Adeta küçük bir koala gibiydim... Tam da biraz sonra hangi çekyata devrileceğimi düşündüğüm sırada birden telefonum çalmaya başladı. Arayan numara hatırlaması kolay bir yapaylığa sahip olduğu için birden toparlandım. Çünkü bu numara ancak İnsan Kaynaklarından Aylin Hanım'a ait olabilirdi! Koala formundan hemen çıkıp telefonu açtım. Yanılmamıştım...

+ Merhaba. AmaçsızÇocukTribi ile mi görüşüyorum?
- Buyrun benim.
+ Amaçsız Hanım sizi X'den arıyorum. Ben İnsan Kaynaklarından Aylin. Sizinle yarın saat 1'de bir iş görüşmesi yapabilir miyiz?
- Yarın 1'de? Hmm... Saat 4 olsa? (yalan söyledim! sadece Aylin'in beni ciddiye almasını sağlamak istiyorum)
+ Elbette Amaçsız Hanım. O halde biraz sonra size adres bilgimizi mesaj olarak atacağım. Görüşmek üzere.
- Teşekkür ederim.

Aramızda geçen bu kısacık görüşme bile beni heyecanlandırmaya yetmişti. Bir sonraki gün iş görüşmelerinde giydiğim standart giysimi giyip yollara düştüm. Otobüste hep Aylin Hanım vardı aklımda. Mordor'a  güç yüzüğünü taşıyan Frodo kadar zavallı bir haldeydim. Ancak yenilmeyecektim!
Görüşme yerine neredeyse bir saat önceden gelmiş olmama rağmen son dakikaya kadar dışarıda bekledim ve tam zamanında iş yerine giriş yaptım. Kapıda beni karşılayan sekretere baktım... Düz saçları ve abartılı makyajıyla adının ancak Melahat olacağına karar verdiğim bu kadın ''siz içeri geçin. Aylin hanım birazdan geliyor.'' dedi. İçimden küfrettim.
Girdiğim oda uzun beyaz masası, duvar kenarına konumlandırılmış yapay çiçekler ve manasız tabloları ile tam bir mülakat odasıydı. Boş olan sandalyelerden birine oturup beklemeye başladım. Biraz sonra yaklaşan topuk seslerinden Aylin Hanım'ın yaklaştığını anlamıştım.

+ Merhaba. Nasılsınız Amaçsız Hanım?
- Teşekkür ederim Aylin Hanım. Siz?
+ Ben de iyiyim. Nasıl? Yerimizi kolay buldunuz mu?
iç ses: Aylin ilk atağı yapmıştı... ''Yerimizi kolay buldunuz mu?''... Sanki bulamadım, defalarca adres sordum desem bir şey değişecek... Anlaşılan ''standart'' bir Aylin Hanım vardı karşımda.
- Yok hayır. Kolayca buldum. Zaten çok yakın, merkezi bir yerdesiniz.
+ Ah çok iyi o zaman. (eliyle saçlarını düzeltti. ağır bir parfüm kokusu odaya doldu.) Peki Amaçsız Hanım... Neden biz?
iç ses: Neden mi siz? Çünkü işsizim! Ne bileyim ben?! Yüzlerce kişi arasından beni çağırdığına göre asıl benim bu soruyu sormam gerekmez miydi?
- Çünkü yeni mezun olmuş biri olarak kariyerime buradan başlamak istiyorum. Buradan kendimi geliştirip... bla... bla... bla... (bir sürü yalan)
iç ses: Ben konuşurken nasıl da gülümsüyor! Nasıl da tehlikeli... Dişlerini bilemiş bir vampir gibi. Karşımdasın işte Aylin! Korkmuyorum senden! Hem daha neyi kaybedebilirim ki?!
+ Çok güzel. Burada İngilizcenizin yeterli düzeyde olduğu görülüyor.
- Yes. I'm speak advanced English.
+ (gülerek) Hazırlıklısınız!
iç ses: Elbette hazırlıklıyım! Seni tanıyorum Aylin!
- Ehe-he-he (heyecandan kesik kesik sırıtıyorum)
+ (aniden ciddileşerek) Peki Amaçsız Hanım. Biraz da kendinizden bahseder misiniz?
iç ses: İki dakika gevşememe izin bile vermedi! Aylin sen tam bir manyaksın!
- Elbette efendim. 24 yaşındayım.... bla...bla...bla... (gerçekliğinden benim bile şüpheye düştüğüm bir ton gereksiz ayrıntı)
+ Hmm... Biliyorsunuz ki esnek çalışma saatleri... ( işe dair bir ton negatif yakıştırma)
- Hiç önemli değil. Benim için önemli olan.... (manasız erdemleri sıralıyorum)
+ Peki Amaçsız Hanım. Sormak istediğiniz bir şey var mı?
iç ses: Son darbeyi vuracaksın demek he? Vur Aylin! Ama ben buna da hazırlıklıyım!
- Aslında var. Acaba... (işle alakalı çok da önemli olmayan bir soru.)
+ (cevap verir) ... O zaman geldiğiniz için teşekkür ediyorum ben. Biz sizi ararız.
- Ben de teşekkür ederim.
iç ses: CV'me bir şey çiziktirdi. Acaba ne yazdın Aylin? Seni sinsi şeytan!
***
Bu iş görüşmesi daha sonra olumlu sonuçlandı. Ancak ben Aylin'e olan nefretim yüzünden kabul etmemiştim sevgili blog dostlarım. Siz de Aylin'e dikkat edin! Bir gün onunla mutlaka karşılaşacaksınız! O yüzden hazırlıklı olun! HEP TETİKTE OLUN! AYLİN ŞAKAYA GELMEZ!