29 Haziran 2012 Cuma

TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI (VOL:3)

3. KISIM: METROBÜS

Merhaba.
  • Hacı ne oldu? Alıştınız tabi her seferinde alengirli benzetmelerle sizi karşılamama değil mi? Yüzünüz düştü ben öyle kuru kuru ''merhaba'' diyince değil mi? Şımarma diye yaptım sevgili okuyucu. Kırılma hemen... =)
Yukarıdaki manasız çıkışımı bir kenara bırakalım ve işi tatlıya bağlayalım tatlı su balıklarım. Görüyorsunuz ki bir ''Toplu Taşıma Araçları'' yazımda daha beraberiz.

Benim gibi toplu taşıma araçlarını bolca kullanan insanlar için metrobüs ilk bakışta çok ciddi bir kıyaktır sevgili su böreklerim. Fakat metrobüs dediğimiz şey esasen emniyet şeridinin kapatılıp yol yapılmasıyla oluşturulmuş bir taşıma aracıdır.
Henüz metrobüs - zede olmadığım o neşeli günlerde, adının heybetine bakarak kendisine karşı fazlaca bir sempati beslemişliğim vardır... Fakat ayıptır günahtır, Türkçe'de kelime mi kalmadı da metrobüs dendi bu sisteme? Yoksa zaten bilindik bir uygulamayı yaldızlayıp parıldatıp uygarlığımıza uygarlık mı -takıyorlar- nedir bu eziklik anlaşılır iş değil...

Metrobüs'ler bizlere İstanbul'un win-rar programı ile sıkıştırılıp nasıl zip'lendiğini çok güzel gösteren araçlardır.
Metrobüs'ün İspanyol engizisyoncularını kıskandıracak bir işkence çeşidi olduğunu düşünen ben, insanların gerçek kimliklerini burada ortaya çıkardıklarını düşünüyorum.

Artık hayattaki tek gayesi takma dişlerini takmayı unutmamak olan yaşlı teyze ve dedeler bu araçlarda yer kapmak uğruna birer Spartacus, birer Zeyna oluverirler. Metrobüsün durup kapılarını açacağı noktayı en iyi bu kişiler saptayabilir sevgili okuyucu. Metrobüs durağa gelip kaılarını açtığı anda da bu mahşeri ve acımasız kalabalık araca hücum ederler. Bu yüzden metrobüse binmek, en az inmek kadar zordur. Normal yaşantılarında bir bardak suyu almaya üşenen insanlar, metrobüslerde birer rugby oyuncusu gibi millete dirsek atar, çelme takar, omuz atar ve akabinde de amacına ulaşınca da yerine oturup naniği çeker... Metrobüs içindeki makus talihim bu yüzden hep aynı oldu sevgili gönül hırsızlarım. Evet, ben hep o ayakta kalan şanssız ve itilmiş kişilerden sadece biriyim...

Eğer benim gibi metrobüslerde ayakta kalmak kaderiniz olmuşsa, eminim ayakta kalan yolcuların yaptığı salınımlı yosun hareketi'nden haberdarsınızdır...

Bakınız yan tarafta fotoğrafını bile koydum =)

Bu bahsettiğim salınımlı yosun hareketi, metrobüsün her durakta durup kalktığı anlarda tüm yolcular tarafından yapılan bir şeydir. Artık yapışık durmaktan bunalan vücutlar, metrobüsün en ufak hareketinde salınıp silkinmeye başlarlar. Salınımlı yosun hareketi, metrobüslerde hayatta kalmanın ilk ve en önemli kuralıdır...

Metrobüsler kavga ve tartışmaların da fazlasıyla yaşandığı yerlerdir. İnip binerken yaşanan zorluklar, aracın içindeki boğucu hava, yer bulamayıp ayakta kalmış olmanın verdiği kin ve elbette günün yorgunluğu insanları tekme tokat kavgaya tutuşacak düzeye getiriyor. Üstelik kalabalıktan yararlanmaya çalışan fordus-maganduslar da cabası...

Tüm bu olumsuz yanlara rağmen metrobüs çilesinin vücudumuzun aylık spor ihtiyacını fazlasıyla karşıladığını düşünüyorum biriciklerim. O kadar işlevsel ki...


MUTSUZLUĞUN FOTOĞRAFI


Merhaba birer halk otobüsü sıcaklığında olan okuyucularım.

Bir ara ''mutluluğun fotoğrafı budur'' dediydim hatırladın mı gözüm? Bak işte aha da bu ...

Şimdi de mutsuzluğun fotoğrafı ben'ce budur diyorum...

Fotoğraf kareleri iyi ki varlar... Yazamadığımız, söyleyemediğimiz her ne varsa bizim yerimize çok güzel diyorlar diyeceklerini...

24 Haziran 2012 Pazar

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:3)


Merhaba sıcaktan beyinleri akmış okuyucularım.
Nasılsınız?
Beni sorarsan -ki sorduğun da yok!- erimiş bir dondurma kadar sıkıcı ve bunaltıcıyım.

  • Hz. Musa’nın Kızıl denizi ikiye yardırıverdiği efsane düzenli aralıklarla aklıma gelen ender şeylerden biridir. Olayın muzicevi ve dini yanı bir yana, ben burada Firavun’a takmış durumdayım. Adam asasıyla koskoca denizi ikiye yardırıyor ama sen hala peşinden gidiyorsun yani öyle mi? Sen ne cevval, ne cesur bir firavunmuşsun be… İnsan bir şaşırır önce değil mi? ”Lan olum adam denizi ikiye yardı. Buna bulaşmamak lazım.” falan demen gerekir. İlla bir aksiyon, illa bir Rambo olma hevesi…
  • Japon bayrağı'nı biliyorsunuzudur. Bembeyaz bir zemin ve tam ortasında da kırmızı bir yuvarlak var. O kadar manasız görünüyor ki gözüme, Japonlar böyle bunu şans eseri bulmuşlar gibi hissediyorum. Eğer Japonları Koruma ve Yaşatma Derneği'nin hışmına uğramıycaksam, Japon bayrağı'nın çok baştan savma olduğunu düşünmekte özgürüm değil mi? Yok eğer Japon sevicileri bana zorla harakiri yaptıracaklarsa tası tarağı toplar, giderim bu diyarlardan sevgili okuyucu.
  • Bu arada havalar çok sıcak. Beyin nöronlarımdaki sinapsis boşlukların yavaş yavaş genleşerek vücudumda bulunan saçmalamadan sorumlu hormonlarımı fazlasıyla çalıştırdığına inanıyorum.
  • Bloğumu çıplakken okumak serbest sevgili bal dudaklılar. İşte ben böylesine iyi niyetli biriyim. Sıkmayın kendinizi.
  • Geçen akşam Selena Gomez'e göz dağı vermek amacıyla Twitter'dan ''kızım bak senin o götünü kim kaldırdı bilmem ama ben fena indiricem. Ayağnı denk al!'' yazdım. Umarım ciddiye almıştır ırıspı!
  • ” Bir ilişki nasıl yürür? Nasıl coşar? Nasıl koşar ve akabinde nasıl biter? ” isimli konferansıma hepiniz davetlisiniz.
  • O zaman ben gidiyim şimdilik. Bir dahakine bana beklerim. Çay falan içeriz sevgili okuyucu.

14 Haziran 2012 Perşembe

TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI (VOL:2)

2. KISIM: MİNİBÜSLER

Merhaba yaz aylarında ortaya çıkıveren sivri sineklerim.
Merhaba senato üyeleri!
Merhaba yurdumun en nadide çiçekleri.

Bilindiği üzere, dolmuşların bir üst levelına ''minibüs'' deniliyor. Eğer yamulmuyorsam dünya'da bir tek bizim ülkemizde ''minibüs'' kavramı mevcut sevdiceklerim.

İçlerinde döner halde bırakılmış CD'lerin,
''beni bir tek sen anladın, sen de yanlış anladın'' ,
''senin duanla mı yaşadım ki, bedduanla öleyim?'',
'' ölüm dediğin nedir ki gülüm? ben senin için yaşamayı göze almışım!'' vb. tarzında yazıların bulunduğu, hızlı fakat konforsuz taşıma araçlarıdır minibüsler...

Minibüs şoförleri şehir trafiklerinin yıldırıcı etkisi nedeniyle agresif kişilikli insanlardır. Belirli aralıklarla ''var mı parasını göndermeyen?'' veya ''para üstü almayan kaldı mı?'' şeklinde haykırarak sesini yolculara duyurma ihtiyacı hissederler. Aynadan bol bol yolcuları sert bir ifade ile kesip, fazla yolcu aldığı için söylenen yolculara da kızmak gibi ilginç görevleri vardır.
Minibüs şoförleri o kadar fonksiyonel kişilerdir ki, aynı anda hem telefonla konuşup hem para alıp - üstünü verebilen, hem de şerit değiştirme suretiyle arkadaşı olan diğer minibüs şoförünü sollayarak türlü komiklikler yapabilirler.
Şahsım adına şahit olduğum en ilginç minibüs şoförü repliği şudur:
  • ''Arkadan vermeyen kaldı mı?''
(Minibüs şoförleri hakkında sanırım yeterince atıp tuttum.)

Minibüsler o kadar ilginç yerler ki, gündüz ne kadar sıkıcılarsa geceleri de o derece eğlenceli oluyorlar. Gecenin bir yarısı minibüse binen bir sarhoş ve club tarzı bir müziği son ses açmış minibüs şoförü ile adeta ''mini-disco'' tadında yolculuk yapabilirsiniz. (true story!)

Minibüsler aynı zamanda bize fantastik bir dünya'nın da kapılarını açar sevgili bal dudaklarım. Minibüsün o boğucu havasında yolculuk etmeye çalışan bir kişi olarak, yanınızda oturan teyzenin telefonunda çalan ''İsmail YK: Nerdesin?'' melodisi sizi dumura uğratmakla kalmaz, aynı zamanda da ruhsal olarak değişime uğramanıza neden olur.

Her ne kadar minibüslerin kaldırılacağı yönünde çeşitli dedikodular yapılıyor olsa da, İstanbul trafiği düşünüldüğünde bunun pek de mümkün olacağını sanmıyorum sevgili elma yanaklılarım.
Bu kadar çok saçmaladıktan sonra ciddi bir tespit yapmış olmama şaşıran varsa eğer, onların sırtını sıvazlıyorum... =)))
Hoşçakal sevgili okur. Gene geleceğim. Üzülme sakın.

13 Haziran 2012 Çarşamba

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:2)



Merhaba hepsi birer dünya harikası kıvamında olan okuyucularım.
  •  Hiç bir açıklama yapmadan maddelere geçiş yaptım farkında mısınız? İşte böyle de süprizli biriyim ben.
  • Porno site editörü olan birisi, nasıl bir ruh haline sahiptir diye merak ediyorum.
+ Allah seni bildiği gibi yapsın e mi RTÜK?! Gene erişimi engellemiş pezevenkler! Nasıl video yükliycem ben şimdi? Ekmek parasına zerre saygı kalmadı yeminle he!
- Abi tamam sakin ol. IP ayarlarını değiştiririm ben şimdi merak etme. Bu arada travesti Aykut aradı az önce. Neden hala videom yüklenmedi diye soruyor.
+ Hay lanet! Daha borcunu ödemez ama utanmadan bir de videomu yükle der. O ibişe söyle bu sektördeki tüm işlerini elinden alıcam onun!
- Abi bu arada zenci videoları geç yükleniyor diye şikayet almaya da başladık.
+ (hemen bir post-it çıkarır ve şikayeti not alır) Tamam tamam.
- Neyse abi ben artık çıkayım. Artık amatörleri de evde yüklerim…
  • Bazen cehennem’de neler oluyor acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
+ nasıl abi sıcak mı?
-  ilk girince sıcak da alışıyo insan sonradan be. oyyyşş.
veya;
X: abi şafak kaç?
Y: 10 gün kaldı be. Hele bir cennete gideyim, şu hafif yanık tenimle hurileri peşimde sürükliycem olum.
veya;
Mühendis:  buranın teknik müdürü nerde? şişt napolyon, hitler’i de alıyorsun, bi’ koşu gidip getirin şu şerefsizi. olmaz ki kardeşim böyle burası benim işlediğim günahlarla yanıyor. bu kadar buhar enerjisi ile new york aydınlanır. hemen şuradan bir soğutma çevrimi yapıyoruz, aşırı ısınma sorununu da hallediyoruz.
- (yoğun geçen 2 aylık bir çalışmadan sonra) -
+ abi türbinler çok iyi çalışıyor. elektrik fazlamız var. 
Mühendis: cennetekilere satın. parasıyla huriye gidersiniz.
Öptüm o mıncırılası yanaklarından sevgili okuyucu. Görüşürüz gene. Üzülme sakın.

11 Haziran 2012 Pazartesi

BİR O YANA - BİR BU YANA



Merhaba göbeklerinden zeytin yediğim okuyucularım.
Yeni bir yazı dizisi diyelim bu '' Bir o yana- Bir bu yana'' başlığına. Bundan böyle arada bir karşınıza çıkarsa şaşırmayın diye şey ettim yani tamam mı canlar?
Lafı hiç uzatmadan hemen maddelerime geçiş yapıyorum.
*** Herkes gözlerini domaltsın!
  • Bazen kendimi Serdar Ortaç kliplerinde oynayan kızlar gibi hissediyorum. Yüzüm gülüyor, ordan oraya hoplayıp zıplıyorum ama yanımda Serdar Ortaç var diye içten içe ağlıyorum kaderime. İşte böyle de bir durum var yani.
  • Birisini yanaktan öperken inanılmaz şekilde geriliyorum. Her defasında acaba sağa mı gitsem yoksa sola mı yapışsam tarzında bir ikilem yaşıyorum. Karşımdaki kişiyle aynı anda aynı yanağa doğru hamle edeceğim anı düşünmek bile istemiyorum. Elim kolum titriyo bak.
  • Yemek yerken dişin arasına sıkışan ‘şey’ in daha sonra ortaya çıkarak tekrar yenmesi diye bir şey var. Sık sık yapıyorum. Mutlu oluyorum.
  • Hakan Peker - Burak Kut - Mustafa Sandal ve Tarkan’ın gençlik iksirini bulduklarına inanıyorum. Bunlar kendi aralarında bir örgüt bence. Adamlar kendimi bildim bileli hep aynı (tarkanın ayrık dişleri hariç!)
  • Bulutların şekilsizliğinde bile anlam bulmaya çalışan insanlarız biz… Hala ‘hayal gücü nedir?’ diye sormuyorlar mı, çıldırıyorum valla!
  • Yakışmıyor bazı kelimeler bazı harflere. Mesela martılar bile ”m” harfiyle resmediliyor. Olmuyor aslında…
  • Bu madde bana özel: Konuşmayı becerirsin. Yazmayı da… Hatta iyi bir insan bile sayılabilirsin. Ama sen ”hayır” demeyi beceremedikçe senden bi sikim olmaz!
  • Kendimle havadan sudan konuşmayı çok seviyorum. Böyle espriler havada uçuyor, gülüyoruz kendimle falan.
  • Kapı açarken hep tedirgin oluyorum. Kapının açılması için itmem mi lazım yoksa çekmem mi lazım diye düşünmekten karnıma ağrılar giriyor.
  • Canım sıkıldıkca kendi kendime defalarca ”haydililililililili” diyorum. Sonra da umarım kimse duymamıştır diye evhamlanıyorum.
  • Ne zaman ki LCD ekran bir televizyonun üzerine annemin dantel koymasını mantıklı bulacağım, işte o zaman ‘ben yaşlandım’ olacak.
Şimdilik bu kadar...

10 Haziran 2012 Pazar

KÜÇÜKKEN BEN... (VOL-4) (SON)

Merhaba canlar,
Merhaba gözümden bile sakındığım okuyucularım.
Nasılsınız?
(yazıya bir türlü giremeyen yazarımsı...bknz:ben!)

Öyle çok büyütülecek bir dönem değildi çocukluk aslında. Fakat insan nedense ''büyüyorum ben galiba'' telaşesine düştüğünde, gözüne fazlaca manidar gelen bir dönem haline getiriyor bu durumu...

Tek haneli yaşların yaşandığı bir dönemdir bana göre çocukluk...
Çünkü ben, çift haneli ilk sayı olan 10 yaşıma girdiğimde kendimi büyümüş sanmıştım. Fakat yanıldığımı şimdi daha iyi görüyorum. Bağcıklı ayakkabı giymeye hak kazanmak büyümek demek değilmiş...

Pisi pisi otlarını avuç içinde yürüttüğüm,
Bir ıhlamur ağacı altına serilmiş örtüde, ellerim başımın altında bulutlara bakarken ''ne kadar da gerçekler!'' diye hiç yoktan seviniverdiğim,
Arkadaşla paylaşılan bir çikolatanın damağımda bıraktığı tad kadar güzel, ''keşke hemen yarın olsa'' diyebilecek kadar pervasız bir dönemin adı işte ''çocukluk''...

Aslında farkında olmayarak hep ''küçülmek'' için büyüdük... Herkesin akıllı olduğu bir döneme tekabül eden doğumumuz, biz yaşlanmaya başladıkça bizi gene başlangıç noktamıza, yani ''küçüklüğümüze'' getirecek...




4 Haziran 2012 Pazartesi

TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI...


 

1. KISIM: HALK OTOBÜSLERİ


Merhaba bir merdiven altı boşluğu umarsızlığındaki okuyucularım.

Bilindiği üzere otobüs, minibüs, metrobüs, metro, taksi, vapur, tramvay... (oha biri beni durdursun!) gibi araçlarla yapılan taşımalara toplu taşıma diyoruz.

(Sözlük yazarı olmanın zararları vol1: her yazıya tanım yaparak başlama zorunluluğunu hissetmek.)

Her gideceği yere tıkış tıkış otobüslerle giden biri olarak, çocukluğumdan beri taksiye binen kişilere hep özenmişimdir. Taksiye bindiğim ender anlarda ise, kendimi hep 'bir şey' zannetmeye başlarım. Taksi şoförüne ''öndeki arabayı takip et! yoksa kız ölür!'' diyesim gelir, fakat susarım...

Tüm bu özenti taksi fetişime rağmen, halk otobüsleri kadar samimi araçları ben hiç görmedim. Ne o metrobüsün içine sinmiş yoğun ter kokusu, ne de minibüs şoförlerinin kavgaları asla ama asla bana o eğlenceli ortamı veremiyorlar dudu yüzlülerim.

Bir kere halk otobüslerinde 'muavin' dediğimiz abiler vardır. Kendileri genellikle yakası açık gömlekler giyen bıyıklı kişilerdir. Tek ve en mühim görevleri ise ''bir şey yapmamaktır''. Eylemsizlikten sıkıldıkları anlarda ise, ”evet çıkartıyoruz çantaları, arkaya ilerliyoruz, arkadan binenler de akbilleri yolluyor haydi milleeeet” diyerek yolcuları heyecanlandırırlar.

Halk otobüsüne binen her yolcu inerken ''bir daha bu otobüslere binersem amıma kosunlar!'' tarzında çirkin laflar ederler ve bir sonraki günün sabahı kendilerini gene halk otobüsünün şefkatli fakat yorucu kollarına atarlar. (bknz : ben)

Halk otobüsüne binen yolcular zamanla ruhen deforme olurlar ve üstlerine bir 'kabullenmişlik' havası çöker. Artık kalabalık yüzünden ineceğin durağı kaçırmanın acısını hissetmez hale gelir bu kişiler. ( -ki ben senelerdir duraklarda inmeyi beceremediğini iddia eden daimi yolcular biliyorum. -)

Halk otobüsü şoförleri de tıpkı muavinler gibi gömlekli ve bıyıklı kişilerdir. Fakat kendilerini diğer şoförlerden farklı kılan tek özellikleri, bugüne kadar hiç bir yolcunun otobüs içinde göremediği boş alanı fark etmek ve akabinde o esrarengiz yere yolcu almaktır. 

Halk otobüslerinde yaşanan esrarengiz olaylar da vardır sevgili gürbüz okuyucularım. Mesela, 3 yolcu bir olup da bir otobüs camını açmayı beceremezler. Evet, halk otobüslerinin camları açılmaz ve bu durum da olaya suni bir hamam havası katar. Rejim olarak halk otobüsüne binen kişiler olduğuna da inanan biri olarak, halk otobüsü camlarının sarsılmaz karizması altında saygıyla eğiliyorum.

Halk otobüslerine dadanan Fordus Maganduslara değinmeden, bu yazımı buraa bitiriyorum sevgili kalp çarpıntılarım. Üzülmeyin. Devamı gelecek... :)

1 Haziran 2012 Cuma

MUTLULUĞUN FOTOĞRAFI...


Merhaba parça tesirli bombalarım.
Merhaba asi bufalolarım.

Günlerdir bu fotoğrafa bakıyorum ve her seferinde koskocaman bir mutluluk görüyorum...

Her bakışımda beni mutlu eden bu fotoğraf, belki bir avuç incir çekirdeği hacmindeki siz okuyucularımı da mutlu edebilir diye düşündüm... :)