29 Ağustos 2012 Çarşamba

AŞKSAL ŞEYLER...


Merhaba ağzıyla kuş tutabilme potansiyeli olan okuyucularım.
İlişki uzmanı falan değilim elbette ama aşk hakkında doğru olduğunu düşündüğüm bir kaç düşüncem var...
  • Eğer bir gün yanlışlıkla cennete falan gidersem ilk olarak kudurmuş bir şekilde elma ağacını arıycam! Çünkü her şey o ağacın elmaları yüzünden oldu!
  • X: 3 nokta nedir ki?  Y: Bence insanların bitirmeyi beceremedikleri boş cümlelerinin maskesinden başka bir şey değil.  X: Seni seviyorum demekmiş de diyorlar ama?  Y: İşte ''O'' dediğin cümleye en çok ünlem yakışır!Ünlem koy ki orda kalakalsın,daha da hareket edemesin bir yere! (bu da böyle bir anımdır işte...)
  • X: Eskisi gibi olsun, hani böyle ilk başlardaki gibi.  Y: Hiçbir şey eskisi gibi olmasın. Eğer olacaksa daha önce hiç olmadığı gibi olsun.  X: İşte bunu sevdim :) (''yeniden başlamak'' temalı bir aşk örneği okudunuz.)
  • Adam gözlerinin içine bakarak “seni seviyorum” dediğinde bile üstlenmez, “beni mi?” diye sorarsa eğer, evet o kız ''gerçekten'' yanlızdır...  (bu da böyle bir anımdır işte...)
  • Aşk yazılmaz bu arada... Aşk anlatılmaz da... Aşk sadece hissedilir.
  • Aşk monotonluklardan hoşlanmaz, sorumluluklardan usanır, saygısızlıklardan hazzetmez, gerçeklerden nefret eder ve bu yüzden erken ölür...
  • X: Beni anlıyo musun?  Y: Valla anlıyorum ama konuşamıyorum. (anlaşamayan bir çifti okudunuz,iyi seyirler efenim)
  • Zaman herşeyin ilacıdır derler ya hani, işte o koskocaman bir yalan. Çünkü bazen herşeyin ilacı zaman değil de sadece bir insan olabilir... (alıntı!)
  • Sanırım bu kadar...

28 Ağustos 2012 Salı

TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI (VOL:6)

6. KISIM: TAKSİLER


''Hey hey taksi
Bütün işlerim gitti aksi
Hey dur taksi...''


Bu ülke'de bir Küçük Emrah gerçeği, bir de onun ''taksi'' isimli eseri yabana atılamaz sevgili okuyucularım. Bu yüzden ''taksi'' kavramını inceleyeceğim bu yazıma bu harika şarkının sözleriyle başlamak istedim. ;)

Bilindiği üzere taksiler de bir çeşit toplu taşıma aracıdır. Her ne kadar kişiye özel gibi dursa da, ''abi biz şimdi 6 kişiyiz. buradan üsküdar'a kaç yazar?'' cümlesinin sık sık kullanıldığı şey bu saatten sonra olsa olsa toplu taşıma aracı olur benim için.

(Bu arada ''geçen gün bir taksi çevirdim hala dönüyor.'' temalı şakalar yapanları kınıyorum!)

 İçinde kırmızı ışıklar sanıp sönen play-boy temalı bir taksinin direksiyon kenarında ''bismillah'' yazısını asan hayal gücü kesinlikle alkışlanması gereken bir şeydir. Bu yüzden taksileri incelenir kılan tek unsurun taksiciler olduğunu düşünüyorum.

Arabasının tamponuna ''babam sağolsun'' veya ''baba yadigarı'' yazdırma gereği duyan hoş sohbet insanlara biz kısaca ''taksici'' diyoruz bebeytolarım.
Taksiciler bulundukları şehri karış karış bildiklerini iddia eden, fakat bilemeyince de ''valla bilmiyorum abla. ben karşının taksicisiyim.'' adı verilen savunma mekanizmasına sığınan kişilerdir.
Taksici abilerimiz kimi zaman ''ben o tarafa gitmiyorum!'' diyerek bizlere trip atabilirler. Veya gecenin bir yarısı tipinizi beğenmeyerek sizi taksisine almak istemeyebilirler. Böyle bir durumda da çoğunlukla ''cık! kapat kapıyı!'' adı verilen uyarı cümlesini kullanırlar. Kırılmamak lazım...
Taksiciler asla ''binmek'' deyimini kullanmazlar sevdiceklerim. Taksicilere göre taksiye ''atlanır''. Hatta ''atla abla!'' dedikten sonra da vitesi tokatlayarak değiştirirler ve farkında olmadan çok da karizmatik olurlar. :)
Taksicilerin bir diğer özelliği de gündüzleri sinirli, geceleri de efkarlı olmalarıdır.

*** Gündüz,
yolcu: abi merhaba. beşiktaşa gidicektim ben.
taksici: tamam.
(bir süre sonra yan şeritten bir iett otobüsü geçer. taksici sinirlenir.)
taksici: amcık herif! adamın asabını bozuyo şerefsizler!
(yan taraftan motosikletli bir genç geçer. taksici gene sinirlenir)
taksici: göte bak! almış altına motoru, bana hava atıyo sözde!

*** Gece,
yolcu: iyi geceler. bağcılara gidelim lütfen.
taksici: elbette.
(bir süre sonra sessizlikten bunalan taksici bunalım bir müzik açar.)
taksici: of ulan! vallahi bak kardeşim, hiç çekilmiyor bu meslek biliyor musun? gündüz ayrı, gece ayrı dert var.
yolcu: hmm. siz de haklısınız tabii.
taksici: hayır yani bak şu şehrin ışıklarına... şimdi herkes evinde, kendi halinde. biz burda direksiyon sallıyoruz...
(görüldüğü üzere muhabbet uzamasın diye sürekli taksiciyi onaylayan cümleler kurar yolcular. fakat başarılı olunur mu? elbette ki hayır!)

Kısacası, taksileri taksiciler çekilir kılar...

Bu arada, her ne kadar İstanbul'un trafik çilesini ikiye katlasalar da çocukluğum boyunca sadece çok zenginlerin binebileceğine inandığım taksileri ve elbette taksicileri saçma sapan diziler olmadan da anlayabiliriz diye düşünüyorum.

(yazıyı bir türlü sonlandırayı beceremeyen blog yazarının dramını okudunuz)




24 Ağustos 2012 Cuma

ÜŞÜYORUZ PLÜTO REYİZ


Merhaba senato üyeleri.
Bugün, Uluslararası Astronomi Birliği'nin aldığı kararla gezegenlikten afaroz edilen Pluton'un sene-i devriyesi...
En küçük gezegen olması mıydı acaba onu bu hallere sokan?
Diğer gezegenlerce ''çok parlak'' diye kıskanılması mıydı onu aramızdan alıp götüren?
Yoksa Charon adı verilen uydusuyla arasında gelişen duygusal bağ dillere düştü diye mi gurbete atılmıştı?
İç yapısında metan bulunmasından dolayı dünya'ya benzediği için mi kem gözlere gelmişti?
Güneşe olan 5900 km. uzaklığı mı yoksa onu bu hale getirmişti?
Bilemiyorum...
Aradan 6 yıl geçmesine rağmen, hala bu hazin olay tüm gizemini korumakta.
Ama ben bu acı günü hiç unutmadım sevgili dudu yüzlülerim.
Siz de unutmayın...
Yüreğinizin yörüngesinden Plüton'u ayırmayın...


21 Ağustos 2012 Salı

TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI (VOL:5)

5. KISIM: VAPURLAR

Merhaba hayalperest okuyucularım.
Kısa mesafe yolcu gemilerine kısaca ''vapur'' diyoruz. (tanım için kaynak: uludağ sözlük)
Fakat bana göre İstanbul'da yaşamanın beraberinde getirmiş olduğu ufak bir mutluluktur vapurlar... Martılara bol bol simit attığım, kimi zaman kuytu bir köşede dalgalara ''Hafız bugün canım çok sıkkın. İçinde boğulmayı isteyecek kadar sıkkın hem de...'' diye fısıldayıp melankolinin dibine vurduğum, kışın soğuğuna rağmen dışarıda oturup şehrin ışıklarını izleyerek hayaller kurduğum yere ''vapur'' diyorum...
Üniversite hayatımın son 2 senesi 07:15 Beşiktaş - Kadıköy vapurunda geçti ve ben neredeyse her sabah tanımadığım insanlarla muhabbet ederken buldum kendimi. Dışarıda ayaklarını demirlere yaslamış vaziyette oturuyorsundur ve aniden yanındaki yaşlı teyze/amca martılara simit atmaya başlar. Zamanla yakınında bulunan martı sayısı arttıkça yüzünde bir gülümseme oluşur ve bir anda hiç tanımadığın insanlarla muhabbet etmeye başlarsın...

- true story! -
yaşlı teyze: bak bak gördün mü nasıl da kapıyorlar simiti?
(kulağımda kulaklıkla müzik dinlediğim için ilkten ne dendiğini duyamam. hemen kulaklığı çıkartırım)
ben: pardon teyze kulaklık vardı duyamadım?
yaşlı teyze: simiti diyorum. nasıl da yakalıyorlar değil mi?
ben: valla ya. martı olmanın ön koşulu bu sanırım teyzecim.
yaşlı teyze: aç kalıyorlar sanırım. pek balık da yok tabi bu mevsimde...
ben: (''evet'' manasında kafamı sallıyorum)
yaşlı teyze: ben de yurt dışında yaşıyordum senelerdir. çok özlemişim.
ben: hiç özlenmez mi? neredeydiniz peki?
yaşlı teyze: almanya'da... hiç bir yerde denizin rengi bu kadar güzel değil biliyor musun?..

- true story! 2 -
Her zamanki gibi gene müzik dinliyorum, hayal kuruyorum. O an yanımda bir iç çekme sesi...
ben: aa?! pardon, neden ağlıyorsunuz?
ağlayan kız: rezil oldum şimdi değil mi? sevgilimle ayrıldık da...
ben: (çantamda nadiren bulunan bir adet selpak çıkartıp kıza veriyorum) yok rezil olmak değil tabi ama bence önce sakin olmalısın.
ağlayan kız: şimdi yeni sevgilisiyle Fenerbahçe - Galatasaray maçındaymış düşünebiliyor musun?
ben: seninle olmak yerine başka bir kızla olmayı seçen adamın arkasından ağlamasan keşke...
ağlayan kız: hayvan herif!!!
ben: evet! hayvan işte! mal yaaa! bence ağlayacağına onu takmayarak en büyük cezayı verebilirsin! veya git bir güzel söv ona! hem böylece rahatlarsın!
ağlayan kız: doğru diyorsun aslında...

dip not: kız daha sonra verdiğim öğüdü tuttu mu bilemem ama, git ona küfret diyerek aslında ne kadar da kötü bir tavsiyede bulunmuş olduğumu şimdi anlıyorum :)

Vapurlar sadece yolcu değil, hayaller de taşırlar aslında sevgili kaymaklı ekmek kadayıflarım.
Geride bıraktıklarımız, gelecekte aradıklarımız, olmak isteyip de olamadığımız her şey nedense vapurlarda gelir aklımıza...
Kıyıya yaklaştıkca aslında kendi gerçekliğimize yaklaştığımızı hissederiz...
Ve evet, gerçekler genellikle can sıkıcıdır...

20 Ağustos 2012 Pazartesi

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:9)


Merhaba su püskürtmeli klimalarım.
  • Şu hayatta su püskürtmeli klimanın karizması hangimizde var acaba? Hepimiz onun ezici gücü yanında eski model minik fanlar gibi, üzgün ve eziğiz bence.
  • Einstein için enerjinin formülü e=mc² ise, Yüksel Aytuğ için de kadınların formülü 90 - 60 - 90 dır bence. Yoksa olimpiyatlara katılan kadın sporcularımızı bu kadar büyük bir ayarsızlıkla eleştiremezdi değil mi?
  • ''Sevdiğini bırak, dönerse senindir. Dönmezse hiç senin olmamıştır.'' diye bir laf var. Hani akşam akşam aforizma sıçmak da istemiyorum ama, belki de yeterince beklemediğiniz için dönmemiş olmasın sakın? Bakın bu dediğimi bi düşünün bence.
  • Cern'deki bilim adamları neden hala tanrı parçacığını araştırıyorlar ki? Mesela çıplak ayakla legolara basan bir adamın acısı araştırılsın. Oraya buraya çarpmaktan yamulan ayak serçe parmağı araştırılsın.
  • İnatla aşk acısı çeken insanların aşka değil de, aşk acısına aşık olduklarını düşünüyorum son zamanlarda.
  • Havalar o kadar sıcak ki, kutuplaşmak için bahane arayan insanların olduğuna inanmaya başladım.
  • Uyumak da bir çeşit unutma şeklidir aslında.
  • ''Ağır siklet'' kelimesi de böyle ne ''sikletten'' bir şey farkında mısınız?
  • Şehirlerarası otobüslerde ''X yerinden Y yerine gitmekte olan Z firmamızın sayın yolcuları, dinlenme tesisimiz olan bilmemnereye gelmiş bulunmaktayız. Çaylar şirkettendir.'' anonsunu her duyuşumda etrafımı kolaçan etmeden yapamıyorum. Çayları beleşe veren şirketi o an aramaya başlıyor gözlerim. Evet ben böyle biriyim.
  • Bazen ''napıyorum lan ben?'' diyorum kendi kendime ama sonra geçiyor.
  • Geçen gün bir gazetenin magazin ekinde ''manken X seksilikten vazgeçmiyor!'' diye bir haber (!) okudum. Böyle başlığın altında seksiliğinden vazgeçmemeyi ilke edinmiş bir dişisel yaratık vardı. İşte o an kendi kendime seksilik müesesinin nasıl bir şey olduğunu sordum. Acaba ben de o an üstümdeki yırtık tişörtüme bakmadan seksilik müesesine girebilir miydim? Kafamda böyle böyle sorular var işte.
  • ''Bu dünyaya yeniden gelsem aha şöyle olurdum, na böyle böyle yapardım!'' diye atıp tutan bir takım insansı yaratıklar var. Bir kere cidden yaşayacak başka bir gezegen bulmuş olsa anında satar o ibiş dünyayı. Yalan mı he? Mesela adı karahindiba_34 olan bir gezegen bulunsa anında oraya göç eder o. Kesin yapar yani!
  • Bu arada bugün çok seksisin sevgili okur!
  • Yukarıdaki maddeyi okuyunca ani bir libido artışı yaşadıysan şayet, yanacıklarından mıncırırım seni. Ne kadar da tatlısın sen ya.
  • Şimdilik bu kadar.
Not: Yazımın görselini görüyorsunuz. Mesaj gayet açık. :)

15 Ağustos 2012 Çarşamba

ADAM OLACAK ÇOCUKLAR

Merhaba hayatını tepe taklak yapmakta fazlasıyla usta okuyucularım.
Yolda bana rastalayanların ''nolur bloğa yeni yaz, sensiz geçmiyor geceler!'' deyü deyü sızlanmalarına ve mailime gelen milyonlarca (!) rica mesajından sonra artık daha fazla dayanamayarak 4 gün aradan sonra yeni yazı yazmaya karar verdim...
Geçtiğimiz günlerde gerçekliğine inanmakta güçlük çektiğim bir programa rast geldim televizyonda.
Adı ''Bir Şarkısın Sen''
Böyle programda bir takım çocuk görünümlü minik insanlar var ve kimisi kokoş teyzeler gibi, kimisi de damatlar gibi giydirilmek suretiyle ''az sonra minik X'den kanto gösterisi!'' adı altında türlü saçmalıklara alet ediliyor...
Tamam, sesleri güzel olabilir. Tamam, çok şirin de olabilirler. Ama ben hiç kimsenin samimi bir şekilde bu programı sevdiğine inanmam.  Küçücük bir kız çocuğunun taverna şarkısı söyleyerek göbek atışını ve şarkının ortasında yavşak yavşak "alkışlayan elleriniz dert görmesin" deyişini izlemek bana keyiften çok rahatsızlık veriyor. Bu nasıl iştir? Bu çocuğa bu gerzek davranışları kim öğretmiş olabilir? Ateistler bunu da açıklasın lütfen!!! =)))

Mesela ben küçükken ''Adam Olacak Çocuk'' vardı... Barış Manço vardı...


b.manço: büyüyünce ne olacaksın?
adam olacak çocuk: televizyoncu.
b.m.: ne yapacaksın peki?
aoç: televizyon tamir edicem... gibi güzel repliklerin yaşandığı, mutlu bir kaç saat geçirdiğimiz güzel bir programdı. Her çocuğa oyuncak verirdi Barış Abi ve ben bir gün oraya çıkmayı hayal ederek büyümeye çalışırdım...






10 Ağustos 2012 Cuma

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:4)

Merhaba her hıyarım var diyene tuzu kapıp koşmayan okuyucularım.
Son günlerde dünya kaç yaşındaysa artık, ben de kendimi o yaşta hisseder oldum. Gene de olsun lan, hiç olmazsa çevremde mutlu insanlar var diyerekten ben de kendimi ''pasif mutlu'' sayabiliyorum.
Ben tam da böyle düşünürken, hayatın aslında sandığım kadar boktan bir şey olmadığını fark ediyorum. Sonra üzüntüm geçiyor ve mutlu oluyorum. İşte ben böylesine değişken biriyim.
En son doğum günümde ''Benden Bir Şeyler'' yazmıştım. Aradan 20 gün geçmesine rağmen hala ''i have a dream lan!'' diyebileceğim türde bir şey yaşamadım. Ne sıkıcı değil mi? Bakıyorum diğer bloglara, anam hatun tüm hayatını yazıyor lan. Bir de böyle baya baya pembe dizi kıvamında.

...Sonra bir de kendime bakıyorum... =)
  • Otobüs camlarında gezinip duran böcekler gibiyim, rüzgar beni nereye savurursa oraya sığınıyorum...
  • Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkıyor. Benimse o düğümleri çözecek kadar uzun parmaklarım yok. Napalım şimdi?
  • Birini sevmiyor olmak özgürlüktür. Ama birini seviyor olmak da sorumluluktur. Sorumsuz olmayı isterdim aslında...
  • Bizlere koşulsuz şartsız kabul etmemiz ve hiç ses çıkarmamamız gerektiği öğretiliyor. Biz de yiyoruz bunu. Yemesek mi acaba?
  • Binlerce sperm arasından birinci olduğuma hala inanamıyorum. Bu haklı gurur dolayısıyla benimle yarışan diğer sperm kardeşlerimi saygıyla anıyorum.
  • Geçen gün Beşiktaş - Kadıköy vapurunda Hz. İsa ile karşılaştım. Kendisi dünyaya turist olarak gelmiş bu sefer. Kadıköye inene kadar konuşmaya çalıştık. İyi biriymiş gerçekten.
  • İçimizde yüzlerce alem gizli. Ama hala ikiyüzlülükten bahsediyoruz. Ben de böyle alık alık ''insanlar neden acımasız?'' diye düşünüyorum.
  • Bu arada bütünlemeleri verdim ve mezun oldum... :)
  • Yukarıdaki maddeyi okuyunca sevindin değil mi?
  • Görüşmek üzere... :)

7 Ağustos 2012 Salı

BİR TRAVMA SEBEBİ OLARAK DÜĞÜNLER...

Merhaba kendisi küçük, etkisi büyük okuyucularım.
Geçtiğimiz günlerde yeminimi bozarak bir düğüne gitme gafletinde bulundum. Hangi travma, hangi başıboş düşünce beni bu karara yönlendirdi bilemiyorum ama gerçekten ruh sağlığım açısından ciddi manada yıkıcı anlar yaşadım diyebilirim.

Her şey, çok şık giyindiğini sanan, saçları röfleli ve suratları beş kat boyalı bir takım dişisel varlıkların bana ''hadi bakıyım oynasana kıııııız! oturmaya mı geldin?'' demesiyle başladı... Ben daha bu manasız yakarışa cevap bulamadan kendimi dans pisti denilen yerde buluverdim. Kaçma çabalarım ojeli ve kınalı eller tarafından bertaraf ediliyor, beni adeta gizli bir ayinin tek kurbanı durumuna düşürüyorlardı.
Daha bir kaç gün önce oturduğu yerden kalkamayan teyzeler, almışlar ellerine renkli mendiller adeta the sultans of the dance misali döktürüyorlar. Kravatını başına bağlayan amcalar mı dersiniz, ceketini beline bağlayıp göbek atanını mı dersiniz, artık ne ararsan vardı ve ben bu çılgın kalabalığın içinde bitap bir halde ellerimi çırpmak durumunda bırakılmıştım... :(
Kırılan ümitlerim, gelin ve damadın düğün salonu denilen yere teşrif etmeleriyle yeniden yeşerdi...
Dikkatlerin dağılmasından faydalanarak adeta bir Şener Şen koşuşu eşliğinde ailemin oturduğu masaya sığındım.
Gelin ve damat ilk danslarını yaparlerken gene para saçma işlemine maruz kaldılar. Paraları saçan kadın bu işi o kadar büyük bir ciddiyetle yaptı ki, eminim Einstein atomu parçalarken bu kadar dikkatli olmamaıştır. Tabi bu sırada çocuklar yerdeki paraları toparlıyorlardı. Tam da o an, ''acaba çocukları dövüp paraları alabilir miyim?'' düşüncesi saniyeler içinde aklımdan geçti. Sonra kendimden utandım lan.
Daha sonra düğün pastası gelin ve damadın ellerindeki kılıcımsı aletle kesildi. Sırf o kılıcı elime alabilmek için bile olsa ileride evlenebilirim diye düşünüyorum dudu yüzlülerim.
Saatler süren takı merasimi sırasında gene bir takım samimiyetsizlikler yaşandı. Yok efendim damada emzik vermeler, yok efendim geline oklava hediye etmeler...
Zaten düğünler oldum olası bana çok yapmacık gelmiştir. Tiyatro gibi gelir her şey o an bana. Belli bir ritüel çerçevesinde dans edilir, eğlenilir, dedikodu yapılır, takı takılır, bekarlar için yeni kısmetler aranır vs vs vs...
Gecenin sonunda bünyemde meydana gelen hezeyanlar, kulaklarımdaki cızırtı ve elbette yeme gafletinde bulunduğum iğrenç düğün pastası tadı ile eve dönerken, gelin ve damatın şuan ne yaptığını da düşünmedim değil...



4 Ağustos 2012 Cumartesi

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:8)


Merhaba, naber?
Aramızda kalsın ama bu bloğu okumak için seçilmişlerdensin sen de. Şuan biz bizeyiz merak etme. Sakince yazdıklarımı okumaya devam et...
Evet, başlıyoruz.
Şimdi hemen şimdiye kadar yazdığım tüm cümleleri öğelerine ayır ve...adsdafsfag şaka lan şaka. =)
Alt tarafı Bir O Yana - Bir Bu Yana yazısı yazıp defolacağım.
  • Koca koca adamlar tası tarağı toplayıp Afrika ormanlarına gitmiyorlar mı, vallahi uyuz oluyorum lan. Neymiş efendim belgesel çekeceklermiş. Neymiş efendim aslanlar kaplanlar bu mevsimde çiftleşirlermiş. Çifleşsinler anam, çiftleşsinler paşam da bize ne? Sen al sırtına kamerayı günlerce hayvanların yatak odası görüntülerini çek yani olcak iş değil! Dişi aslan olsam her gece ''başım ağrıyor bey bu kameralar yüzünden'' derdim.
  • Google görsellere hiç Heidi yazıp arattınız mı bilmiyorum ama çıkan sonuçlarda bizim al yanaklı Heidi'den çok o manken olan Heidi çıkıyor, böyle cıbıl cıbıl. Sonra benim içimdeki çocuk bir yara darbesi daha alıveriyor... :(
  • İstiyorum ki siz değerli okuyucularımla beraber güneşe gidelim. Hep birden bronzlaşalım istiyorum. Ama kaçımız geri dönebilecek, işte onu bilemiyorum. Gene de eğer böyle bir etkinlik düzenlersem emin olunuz ki üstsüz güneşlenmek serbest olacak güneşte.
  • Bir gün ''Şeflerin Düellosu'' adlı yarışmanın yapıldığı yeri basıp tüm yemekleri yemek ve sonrada koşarak uzaklaşmak istiyorum.
  • ''Kim 500 Bin İster?'' yarışmasında ilk soruda elenen insanın hüznü en ala dram filminde yok yemin ediyorum.
  • Çocukluğumun baş tacı ''Susam Sokağı''nda susamla alakalı hiç bir şeye yer verilmemiş olması, hatta susam kelimesinin bile hiç geçmeyişine ne diyorsunuz peki?
  • ''No comment'' lafı da ayrı bir moda olmuş. Birine bir şey soruyorum direk ''no comment!''. O nedir ya? Bakkal amcaya süt kaç lira diyorum böyle sakallı bıyıklı da bir adam ama ''no comment!'' diyor fütursuzca. Olcak şey değil.
  • Bir zamanlar sürekli fıkra anlatmaya çalışan, ''bak şimdi sana bi fıkra anlatayım da gül'' diyen kişiler vardı. Onlar neredeler şimdi?
  • Otobüste, minibüste yolculuk yaparken çok düşünceli oluyorum. Mesela hep düşünüyorum, ''ımm şuan ayaktayım. fakat her an biri inebilir. acaba boş kalan yere oturma olasılığım yüzde kaç? şu karşıdaki teyzenin beni savuşturma oranı da var tabi... evet, hayat çok zor!''
  • Evet, bir yazı daha böylece bitmiş oldu.
  • Esen kalın.
  • Yok bu olmadı cidden... Neyse, byby.

2 Ağustos 2012 Perşembe

MASAL KAHRAMANLARI VE ONLARIN GERÇEK YÜZLERİ

Merhaba, naber?
Burada yanlızız değil mi? Şimdi söyleyeceklerimi iyi oku çünkü bu post kendi kendini 5 sn. içinde imha edecektir.
Hazır mısın?
İşte başlıyorum...
**************

Eskilerden kimse kalmadı, zira hatırlayanlar da şimdi yaşamıyorlar...
Pamuk Prenses'in alkole başladığı zamanlardı...
 Evinden ve şefkatli babasından uzakta 7 tane çirkin cüceyle yaşamaya  zorlanmasının ardından ağır bir bunalıma girmişti. Yakışıklı prensi onu 7 çirkin cüceyle bastığında, bu çirkin sahneye tanıklık eden Hansel ile Gratel kahırlarından ev yemeye başlamışlardı...
Hansel ile Gratel, akraba evliliklerinden doğmuş iki kardeşti. Ev ortamlarında bulamadıkları mutluluğu dağda çayırda onun bunun evini yiyerek bulmaya çalışıyorlardı. Bu evleri ise Gepetto yapıyordu...


Gepetto hasta ruhlu bir ihtiyardı. Yapayalnız olduğu için kendine tahtadan bir çocuk yaptı ve adını Pinokyo koydu...
Pinokyo ise çoklu kişilik bozukluğuna sahip bir çocuktu. Durmadan yalan söylüyordu. Her yalanında orta parmağı uzar, mahalle eşrafından bolca dayak yerdi...
Mahalle eşrafının sayılı zengin dullarından olan Rapunzel ise bu karmaşayı her zaman gülerek izlerdi. Upuzun saçlarını kuaförü olan fakir Kırmızı Başlıklı Kıza yaptırır, onun saçı olmadığı için taktığı kırmızı başlıkla her daim dalga geçerdi.
 Ezilip kakılan Kırmızı Başlıklı Kız ise Robin Hood'a aşıktı... Robin Hood mahallenin bıçkın delikanlısıydı. Zengin kadınların başını döndürerek onların paralarını alır, fakir mahalle kızlarını sevindirirdi.
Tüm bu harala gürele arasında sessiz kalmayı başaran tek kişi ise Alice'di.
Alice, madde bağımlısı bir kızdı. Kafası her daim dumanlı gezdiği için, adına ''harikalar diyarı'' dediği alemlere giderdi. Velhasıl, kötü kız oldu çıktı...
Alice'i bu duruma getiren yegane kişi ise Kül Kedisi adında bir kızdı. Kül Kedisi, giydiği ayakkabıları orda burda unutan müsrif ve bir o kadar sefil bir kızdı. Zengin erkeklerin peşinde koşar, balolarda dans ederdi.
Dedesinin mirasını Peter'le yiyen Heidi ise, saman altından su yürütürcesine illegal işlere bulaşmıştı. Kiralık katili Peter ile beraber mahallenin tüm pisliklerinin sebebiydi. Tüm mahalleyi haraca bağlamış, zavallı Alice ve Kül Kedisi'nin namusuna göz dikerek, ona buna peşkeş çekiyordu. Fakat ağına düşüremediği tek bir kız vardı...
O namuslu kız ise Kıbritçi Kız'dı... Kibritçi Kız kendi geçimini kendisi sağlayan, üniversite mezunu olmasına rağmen işsiz kalmış biriydi. Aldığı tehditlere kulak asmaz, Peter ve Heidi'ye karşı koyardı.
Kibritçi Kız'ın en yakın arkadaşı ise Polyanna'ydı... Polyanna ota boka karışmayan, sessiz bir kızdı. Hiç durmadan uyuyan Uyuyan Güzel'in de bakıcılığını yapıyordu...
Tüm bu batağın içinde olup bitenleri gülümseyerek izleyen tek bir kişi vardı...
LA FONTAİN...