22 Ocak 2014 Çarşamba

ÇALIKUŞU...

Kitaplığımda bulunan eski basımının ilk sayfasında ''Mary İstiroti 6-B'' yazıyor.
O kadar eski bir kitap ki sayfalarını dikkat etmeden çevirirsen kopuyor, un ufak oluyor. Orta sayfalarda bir yerlerde damla damla kan lekeleri var. Dikkatsizliğim yüzünden kanamış parmağımdan akan damlacıklar ile yaptığım harika süsler... 
Çoğu yerini ezbere bildiğim, hayatıma damgasını vurmuş bir kitaptır Çalıkuşu. O yüzden şimdi bunları yazarken bu kadar zorlanıyorum...
Ben mi Feride'ye benziyordum, yoksa bu kitabı o kadar sevdiğim için mi benzedim Feride'ye bilemiyorum. Tüm ele avuca sığmaz coşkusunun, çocuk neşesinin altında gizlediği kırılganlığı, -doktor Hayrettin bey'in de söylediği gibi- onu kavuran sevme ve sevilme ihtiyacı ile ''çok güzel'' demenin yetersiz kaldığı bir insan... Hem bu kadar çocuk, hem de bu kadar büyük bir insan... Hem haşarı, hem de bu kadar olgun... 
  • ''Kuşlar pek zavallı, ne istediğini bilmeyen, bedbaht varlıklar. Onları tutup zorla kapatmalı kafese, zorla, zorla!'' yakarışı ile aslında özgürlüğüne düşkün biri gibi görünen ama aslında sahibi tarafından sonsuza dek bir kafese kapatılmayı isteyen küçük bir kuşa benzer Feride. 
  • ''Sen bir parça da olsa benimdin, bense tüm kalbimle senin...'' 
  • Kitabı bugün bile okuduğumda anlıyorum ki Feride idealistliğinden değil, hiçbir zaman açığa vuramadığı duygularından uzaklaşmak ve kimseye kendini anlatmak zorunda kalmamak için yuvasından kaçıp gitmiştir...
  • ''Dağlarda ismini bilmediğim bir ot yetişir. Feride, insan onu daima koklarsa, bir zaman sonra kokusunu daha az duymaya başlar. Bunun ilacı, bir zaman onu kendinden mahrum etmektir. Hatta bazen, sırf o eski güzel kokuyu yeniden bulmak hırsıyla herhangi bir kokuyu, mesela bir manasız ''sarı çiçeği'' yüzüne yaklaştırır.''  Kamran, Feride'nin çekip gitmesine neden olan ''sarı çiçek macerası''nın açıklamasını kitabın sonunda böyle yapar... Bu, buruk bir son'dur... 
  • ''Kamran, ben seni sevmesini senden ayrıldıktan sonra öğrendim. Hatta yaptığım tecrübelerle, başkalarını sevmekle sanma sakın! Gönlümün içindeki derin, hazin, ümitsiz hayalini sevmekle. Zeyniler mezarlığının karanlığında, rüzgarın sonbahara kadar ağlayıp haykırdığı uzun gecelerde, çeçen arabalarının ince sesli, yanık çıngıraklarının titrettiği bu ovalarda, söğütlük bahçelerinin ılık iğde kokularıyla dolu yollarında, ben hep seninle yüzyüze, senin hayallerinin kollarında yaşadım...''
  • Seneler sonra evine geri döndüğünde hala Kamran'ın sevgisine ihtiyacı vardı...
         -Sevdin mi, beğendin mi Gülbeşeker'i?
         -Sevdim.
         -Bir daha söyle, ben gülbeşeker'i sevdim de.
         - Ben gülbeşeker'i sevdim.
         - Ben gülbeşeker'i çok sevdim de.
         - Ben gülbeşeker'i sevdim. Ben gülbeşeker'i çok ama çok sevdim. Senin istediğin kadar çok sevdim.
  • Feride tecrübesizdi. Pervasız bir acemiydi... Ancak bir aşkın derin acısıyla hayatını heder etmeyi, bu aşkın acısı ile büyümeyi başarmıştı. Anadolu'da öğretmenlik yaparken ona aşık olanlara rağmen o, gönlünden kendi yangınını eksik etmeyecek kadar derin bir ruha sahipti. Herkes öpmenin, dokunmanın, kısacası somutluğun peşindeyken, o gönlünün içindeki hazin hayali, o soyutluğu sevmeyi başarabilmişti...
  • ''Bu son ayrılık saatinde hakikati niçin saklamalı? Bu okumayacağın defteri ben senin için yazdım Kamran. Yanlış, çok yanlış bir iş tuttuğumu bugün itiraf edeceğim. Ben her şeye rağmen seninle mesut olabilirdim. Evet, her şeye rağmen seviliyordum, fakat istedim ki çok, pek çok sevileyim, kendi sevdiğim kadar değilse bile, -çünkü buna imkan yok- buna yakın sevileyim. Bu kadar sevilmeye benim hakkım var mıydı? Zannetmem Kamran.''
  • ''Söyle bana Feride, bu kadar derin bir vefayı, bu kadar ince bir ruhu, bu küçük kalbinin neresine saklamıştın?'' 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder