30 Temmuz 2012 Pazartesi

TENHA ADAM VE YARATICILIK SINIRLARI

 
 
Aradan üç sene gibi bir zaman geçti farkındayım ama artık dayanamayacağım sevgili dudu yüzlülerim. Bugüne kadar ısrarla sustum. İstedim ki herkes diyeceğini desin, istediği kadar konuşsun ve sussun. Fakat bakıyorum ki hala ergen kızlarımız bu travmayı atlatamamış. Hala bir takım dişisel varlıklar ''Tenha Adam'' deyü deyü ağlaşmaktalar... Evet, artık tüm kin ve nefretimi kusmanın vakti geldi yoldaşlarım!

Bir kere ıssız = tenha demektir. Tenha dediğimiz şey de yalnız, tek ve içinde kalabalık olmayan bir hali anlatır bize. O halde bu ''tenha'' adamın uçana kaçana gömen cinsten değil, evden işe - işten eve gidip gelen biri olması gerekmez miydi? He ama gene film izlensin telaşesiyle bu ''tenha'' adamın hayatını monotonluktan çıkaran süpriz aşkının anlatılmasına da tav olurdum. Fakat öyle olmadı dostlar...

Bu sözde ''tenha'' olan adam daha ilk sahnede evli bir çifte üçüncü olarak katıldı ve benim gözümde ''kalabalık adam'' moduna geçiş yaptı. Sinema salonundakiler elbette uyarma gereği duymuştum zamanında. Çoğunluğu ergenliğinin baharında olan hanım kızlarımıza dönerek, ''kalkın hacılar! kalkın dostlar! yanlış filme gelmişsiniz!'' diye yaptığım haykırış, kısa sürede susturuldu ve nazik kalbim hunharca kırılıverdi...

Fakat sözde ıssız adamımız bir türlü rahat durmuyor ki... Birlikte olduğu fahişeyle hunharca çiftleşirken ben adeta bir Hz. Meryem edasıyla sinema perdesinin önüne kendimi siper ederek genç beyinlerin kirlenmesini önlemeyi hayal ediyorum... Tam da bunları uygulayacakken ''tenha'' adamımızın hayatına ''ada'' giriveriyor. Aha da şimdi aşk meşk mevzuları başlıyor diye sevinecekken bu ada'da aşüfte çıkıyor ve filmin büyük bir kısmında kendisini giyinik göremiyoruz.

Aradan az biraz zaman geçiyor. Bizim ıssız herif ada'dan sıkılıyor ve kızı terkediveriyor. Ada'da böyle ayak üstü aşka dair aforizmalar sıçıyor falan. Neyse işte bunlar seneler sonra gene karşılaşıyorlar. Ada iç sesiyle soruyor: ''hala tıkır tıkır işliyorsun dimi lan karıları? Allahsız herif!'' Bizim ıssız'da hemen cevabı yapıştırıyor tabii: ''napim kız? huyum kurusun!'' Sonra birbirlerine aduket çakıp hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar. Böylece film bitiyor.

Fakat o da ne? Sinemada bulunan tüm dişisel yaratıklar ağlıyor! Ulan bende kızım! Bende niye sümük, salya yok? Asıl bu milletin benim halime ağlaması gerekirken... Tövbee!


28 Temmuz 2012 Cumartesi

FOTOĞRAFLAR BİR ŞEY DİYOR...



Tok olan, aç olanın halinden anlamazmış ya hani,

Biz biraz aç kaldık diye, ''açlık'' nasılmış anladık mı sahi?









Yüzümüzdeki maskeleri çıkarabilseydik,

Birbirimizi sevebilir miydik bu sefer?




 

 

BU DA BENDEN UFAK BİR HEDİYE =)

27 Temmuz 2012 Cuma

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:7)


Merhaba zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan okuyucularım.
  • Bugün fütursuzca malikanemde dolanırken aklıma Maya'lar geldi. 20.12.2012 de biten bir takvim yaptılar diye bir havalanmalar, bir ne oldum delisi olmalar, ne bileyim böyle bir felaket tellalı olmacalar... Hayır yani olayın gerçekten inanılası bir yanı varsa eğer neden takvimin altına not düşmediler? Neden ''bakın hafızlar bu son günde kıyamet kopacak, ona göre'' falan demediler? Bizi neden merakta bıraktılar? Şimdi kemikleri bile toz oldu bu milletin ama biz hala onların derdindeyiz... Zalımsın be dünya.
  • ''Esefle kınamak'' diye bir şey var biliyorsunuz. Bu lafı her duyduğumda aklıma şöyle bir sahne geliyor: ''Alo? Esef nasılsın? Bizim bir kınama işi vardı da ne zaman yapalım onu ciğerim?''
  • Eğer Pinokyo Türkiye'de yaşasaydı, sırf nazar değmesin diye 3 kere vurduğumuz tahtalar yüzünden bizden nefret edebilirdi. Sonuçta kimse sabah akşam tıklatılmaktan hoşlanmaz değil mi?
  • Kulaklık, gözlük, eldiven vb. kelimelerin ne kadar da kolaycılık sonucunda bulunduğunun farkında mısınız? ''Abi bak şimdi bi şey icat ettim. Kulağa takınca müzik dinliyorsun. Ne koyalım bunun adını?'' diye soruyor biri diyelim... Bu soruya cevap veren kişi ne kendini bilmez, ne kolaycı bir adammış ya! Bana sorsalar mesela ''bunun adını ibiş koyun hafızlar'' der, yepyeni bir çığır açardım.
  • İngiliz kraliçesi 80 yaşına gelmiş, hala ''God, save the queen'' diyor İngilizler. Yahu korumuş koruyacağı kadar, daha ne yapsın?
  • Yalnız kalmak değil belki ama, yalnız hissetmek kötü be...
  • Hep böyle komikler yapacak değilim ya! Kaçmış bir külotlu çorap hüznü içindeyim, ne yapayım?
  • Babasıyla bir an göz göze gelip onaylayan bakışı aldıktan sonra, ayran yerine kola isteyen çocuk samimidir.
  • Geçen gün yattığım yerden üzüm yiyorum, hemen annemin hışmışan uğradım. İçimdeki Roma İmparatoru böylece öldü...
  • Ezanın okunmasına yakın bizim iftar sofrasına bi kamera yerleştirin ve görün asıl "hunger games" filmini biz o zaman çekiyoruz işte.
  • Ben pikniğe giderken çatalları almayı unutucam ve annem gülümseyerek solo reklamındaki gibi peçete çıkaracak öyle mi? Terlik manyağı yapar valla!
  • + Bu yaz neler yaptığını biliyorum. -Napıyorum lan it.televizyon izlemekten başka ne varmış yaptığım? (başlamadan biten gerilim filmim)
  • Bu yazıda bitti.

22 Temmuz 2012 Pazar

NİHAT HATİPOĞLU TRAVMASI

Merhaba alayını kucakladığım okuyucularım.

Ramazan aynın gelişiyle dini duygularımızı coşturucu programların sayısında gözle görülür bir artış yaşandı. Bu artışın bir getirisi de elbette Nihat Hatipoğlu.
Türklerin Homeros'u o, evet...

Her mahallenin olmazsa olmazı bazı amcalar vardır. Böyle nur yüzlü, elma yanaklı fakat içinde hep ''daha başka ne yapsam da sevsem, sevdirsem kendimi?'' telaşesini yaşayan ve bir yandan da mahallenin altını üstüne getiren kişi... İşte Nihat Hatipoğlu da bende o duyguyu uyandırıyor. Bizde küçükken o mahalledeki amcayı sevmezdik mesela, ama gene de hatrı kalmasın diye bakkala ekmeğini almaya giderdik...


Ekranda her gördüğümde ''nereye bakıyor bu adam?'' diye düşünüyorum. Ayrıca hikayelerini o kadar gerçekçi anlatıyor ki, mesela Hz. Musa ve firavun olayını anlatacak diyelim. O an bana bile bir heyecan geliyor. Sanırsın ki ekranın sağ alt köşesinde aniden kızıl deniz ikiye yardırılacak...
Fonda verilen müzik, ekranda beliren çiçek - böcek resimleri, özellikle de yankı yaptırılıp diğer dünyadan geliyormuş izlenimi verilen sesi şahsen benim bünyemde uyuşturucu etkisi yapıyor. Beyin loblarımın sinapsis boşluklarını sislerle kaplatıyor. Sonra vay efendim ben neden adamı izlerken gülüyorum oluyor. =)

Bir kere gözlemlediğim kadarıyla Nihat Hatipoğlu'na konuk olan tüm sanatçılar fazlasıyla mahçup oluyorlar. Her birinin yanaklarında zuhur eden o hafif kızarıklık, başlarının bir miktar sağ omza doğru kırılmış vaziyette olması, tertemiz bir tebessüm eşliğinde atılan bakışlar ve elbette göbek hizasında birleştirilen eller... Nihat Hatipoğlu'na konuk olacak kişilerde bu özelliklerin tam olması gerekiyor.

Nihat Hatipoğlu'nu izlerken istemsizce bende değişiveriyorum. Geçen gün program sırasında ''efendim eşlik ederseniz hep birlikte dua edelim.'' dedi. Bende böyle televizyonun camına yapışmış vaziyetteyim. Adeta bir kara sinek gibi ellerimi ovuşturuyorum. O an artık ne olduysa oldu, bende açtım ellerimi başladım ''amin'' demeye... Ama Nihat amcamın duası bitmiyor. 5 dk. oldu, 8 dk. oldu bitirmiyor duayı. E bende yarıda kesmeye cesaret edemiyorum ama kollarıma kramp girdi, gözlerim yaşarmaya başladı... Göğüs hizamda açtığım ellerle başladığım dua sonralaro dizlerimin üzerinde yarım açık ellerle halen devam ediyor! Ya arkadaş bu nasıl duadır, artık bitiversin diye araya dua sıkıştıracağım ama belli mi olur? Çarpılırım falan... En sonunda kuşlardan, çiçeklerden ve böceklere kadar her türlü tek hücreli canlıyı da andıktan sonra ''amin'' diyebildik. Hemen ardından bittiği için bir de ben şükrettim ayıp olmasın diye. ''Hayır yani bu kadar niye uzatıyorsunuz hocam?'' diye sorasım geliyor. Fakat cesaret edemiyorum...

21 Temmuz 2012 Cumartesi

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:3)

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM

Merhaba tek tek basaraktan, bade süzerekten, inci dizerekten bloğumu okuyan okuyucularım.

Bugün benim doğum günüm.
1989 yılının en sıcak günlerinden birinde doğdum diyordum ya hani, işte şimdi o gündeyiz.

Bugün adet olduğu üzere anneme doğum anımı bir kez daha soracağım. O da bıkkın bir şekilde ''göbek kordonunu boynuna dolamışsın sen. doğarken ölüyordun. nefes falan alamadın önce. korktuk baya ama baksana nefes alamadığın süre boyunca ne kadar beyin hücrenin öldüğünü şimdi anlıyorum ahahahahhhaaaaayyyyyt!'' diye diye anlatıcak. Sonra onun kahkahasına babamınki karışacak ve beraber ''sende benim hatalarımdan birisin'' şarkısını mırıldanıcaklar. Ardından kardeşimin manasız esprileri gelecek ve seramonimiz böylece sona erecek.

Doğum gününe asla özel bir anlam yüklemeyen biriyim. Hatta doğum günüm geldi diye bir parça hüzünlenmişliğim bile var şuan. Çünkü ben doğum günlerini daha çok birer ''geçmiş yaş muhasebesi'' şeklinde yaşayan biriyim. Fakat buna rağmen, ''derin duygular besliyorum bana karşı''. Niye diye soracak olursanız eğer, inanın bende bilmiyorum lan.




Bu arada, LEYLA İLE MECNUN izleyenler bilirler, ''O gemi bir gün gelecek Mecnun!''


 
He, ne demiştim? Geçmiş yaş muhasebesi...
Buyrunuz efendim.
  1. Ne zaman bir sonuca yaklaştığımı hissetsem hep başa dönüyorum. Bu, malesef bu yaşıma kadar böyleydi.
  2. Ruhunu arsenikle yıkamış insanlar tanıdım.
  3. Sonsuz olan tek şeyin kendime olan inancım olduğunu fark ettim.
  4. Tüm hayatım boyunca tek bir çizgi üstünde yürünmeyeceğini öğrendim. Arada çizgiyi aşmak, yoldan çıkmak, bir başkası gibi olabilmek de varmış...
  5. Henüz kazanılmamış zaferlerim var mesela. Kaç cephede savaşmak gerekiyorsa ben varım, yeter ki akbilim bitmesin değil mi?
  6. Alınan her yarayı madalyon niyetine taşımak lazımmış. Hem kalkmasını bildikten sonra düşmek çok da kötü bir şey değildir ki...
  7. ''mutlu son'' için kafaya elma düşmesini beklememek lazımmış. Al elmayı dayan kapısına mesela değil mi?
  8. Cehennem varsa eğer, o zaten içimizdeymiş. İçindeki ateşi söndürmeden cennet arayışına girmek aptallıkmış.
  9. Mutluluğu tek bir yerde aramamak lazım. Masmavi gökyüzünin altından üstümüze uzanan bulutlar neyimize yetmiyor?
  10. Beklemek, zamanın akışına müdahale etmektir. Ben fark etmeden geçiyor zaman...
[ Daha da yazardım inan sevgili okuyucu ama şimdilik bu saatte (-ki saat şuan 05:01) bu kadar oluyor. ]

Bir doğum günü şarkısı seçmek istiyordum kendime aslında ama bir türlü karar veremedim karahindibağlarım. Ben onun yerine ufak bir kaç dilek diledim içimden... =))

“Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım
Siz beni ne anlarsınız siz!”
 

18 Temmuz 2012 Çarşamba

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:6)


Nasılsın?
Hiç öyle saklamaya falan çalışma alnından şapır şapır ter akıyor resmen sevgili okuyucu. He ama dersen ki, ''bu sıcaklar muhabbeti de sıktı!'' heh işte o zaman sana inanki çok bozulurum.
Bugün halkın arasına karışayım dedim. Tebdil-i kıyafet halkımın arasına iniverdim. Sarayıma döndüğümde terlemeyen tek bir noktamın kalmadığını gördüm. Hani sanki böyle denize atlamışım gibi, hani böyle duşun altına elbisemle girip ''giden günlerim oldu'' şarkısı söylemişim gibi... Daha fazla abartayım  mı?

BU ARADA ÇAY ERDAL BAKKALDA İÇİLİR! :))

  • ''Ne haber?'' sanki ''naber''in dedesi gibi. Böyle daha soylu, daha bir görmüş geçirmiş.
  • ''Ov may gaaat' Birileri müzik neyin bişiyler çalsın da oynıyım azcık.'' diyen bir takım kızlar var. Düğünlerde halay başı, partilerin aranan tipleri hep bu gruptan çıkıyor. Elbette bu duruma karşı falan da değilim ama bu motivasyonu kendilerine nasıl sağlıyorlar ben onu merak ediyorum.
  • Geçen gün gene minibüsteyim... Halktan biriyim ya ondan. Neyse işte tam böyle yolda gidiyoruz, yolda bi kaza oldu. Bisikletli bir genç levhaya mı ne öyle bir şeye çarpmış yatıyor. Tam da o sırada minibüslerin felaket tellağı olan bir adet yaşlı teyze ''vah vah. kalkamaz o daha. adama bak. kırılmış o adam, kırılmış.'' dedi. Ben o an bu cümlenin manasını çözmeye çalışıyordum ki olayda bahsi geçen bisikletli genç ayağa kalkarak yürümeye falan başladı. Tabi dediği çıkmadı ya yaşlı teyzede bir moral bozukluğu, bir hüsrana uğramalar falan...
  • E hep ben konuşuyorum ama?! Azcık da sen konuş!
BU ARADA ÇAY ERDAL BAKKALDA İÇİLİR! :))
  • Geçen arkadaşla yolda yürüyoruz böyle karşıdan erkekli kızlı bir grup geliyor. Tam böyle birbirimize yaklaştığımız sırada gruptaki kızlara bi haller oldu. ''Ayyyyhhhh yanımızda erkekler vaaaar. Onlarında cükü vaaaaar. Sizin yanınızda da erkek yoooook. Pis kakalar tüüüü'' moduna girdi. Ama böyle saniyelik bir durumdu. Kıza baktım, evire çevire döveceğim cinsten bir şey. Ama bir şey yapmıyım dedim. Sadece dalga geçmekle yetindim. İşte böyle de merhametli biriyim.
  • SMS'lerde evet yerine efet (hatta eft), tatlım yerine datlum, çok yerine chok, seviyorum yerine sefiyorum yazan insanlar var oldukça ben rahat br uyku uyuyamayacağım sevgili gönül dostları.
  • ''Hazır ayaktayken...'' cümlesini duyduğum an koşarak oturacak bir yer ararım. Hiç acımam.
BU ARADA ÇAY ERDAL BAKKALDA İÇİLİR! :))
  • Haydin gene görüşürük.

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:2)

Merhaba gadasından löp löp nutella yediğim okuyucularım.

İşi abartıp çocukluğumdan ergenliğime, liseden dershane ve üniversite dönemine kadar az çok bir şeyler anlatmaya çalıştım. Halen emektar öğrenci konumunda olduğum için, bütünlemeyi atlattığım ilk gün buraya gelip 3. kez kep atmayı planlıyorum =)))

Artık şimdiki zamanı yazmanın vakti geldi. Bundan böyle bu yazı dizisi (!) üzerinden anlatacağım sıkıcı ve bir o kadar da garip hayatımı.

İç Ses:
Kızım sen niye Tolstoy gibi hayatını en başından anlatmaya başladın? Nereden geldi bu Gorki merakın? Alt tarafı 23 yaşında bir kızsın lan! Hayır yani ne yaptın bunca sene? Atomu mu parçaladın? Kuantum fiziğini mi çözdün?
Kafamda deli sorular...
  • İç sesimden de anlaşıldığı üzere ''sıradan biri olduğunu fark ettiğin ilk an'' durumunu yaşamaktayım. Bu bana kalırsa kişisel bir zaferden başka şey değil. Hiç bir şey olduğunu keşfeden insan bana kalırsa kendini keşfe hazır kişidir... Evet, ben hiç bir şey'im... 
  • Bazen tüm günüm ''napıyorum lan ben, napıyorum lan ben, napıyo...'' demekle geçiyor. Boş bir düşünce balonu var içimde. İçine bir şeyler yazmam lazım...
  • Bu arada Athena'nın bu paylaştığım şarkısı da size armağanımdır... :)
  • Bazen Zeki Müren gibi ''durdurun uçağı iniciiiiiim!'' demek ve beni sıkan her şeyden kaçmak istiyorum.
  • Melankolik biri değilim. Ağlamayı da sevmem. Ama işte bazen hayat çok ''uff snne be slk!'' diyen ergen Türk kızı kadar bunaltıcı.
  • Yazıları kısa tutmaya çalışıyorum.
  • Artık ders çalışsam iyi olacak değil mi? Gene gelirim ben sevgili okuyucu. Üzülme.

17 Temmuz 2012 Salı

BENDEN BİR ŞEYLER

Merhaba hayatın zevklerinden marjinal fayda sağlamaya çalışan okuyucularım.

Odama hakim olan yıldırıcı çöl ikliminin etkisiyle serap gördüğümü farkettim az önce...
Şöyle ki, yatağımda oturmuş boş gözlerle etrafı izlerken bir anda esrarengiz şekilde odamın ortasında bir havuz oluştu. Havuzun içinde de yakışıklı erkekler var. Kimisi bana tatlı tatlı gülümsüyor, kimisi de çapkınca göz kırpıyor... Oyyyşşş. Neyse. İç dünyamda olup bitenleri bu derece açığa çıkarmam sanırım pek de iyi bir şey değil. Fakat yazı başlığımın ''BENDEN BİR ŞEYLER'' olmasından mütevellit, (-evet ''mütevellit'') sanırım açık konuşmakta fayda var.

Küçükken Ben yazılarının devamı olarak yazdığım Ben Ergenusken yazısında bahsetmediğim -ve aslına bakarsanız çok da önemli olmayan- şeyler var...

1. EVRE: LİSE

  • Erkeklerin futbol oynayıp kızlara hava attığı, kızların ise alık alık her erkeğe aşık oldukları ilim irfan yuvalarına LİSE deniliyor biriciklerim.
  • İlkokul ve orta okul hayatı boyunca takdir alan biri olarak, lise hayatımı tembellikle geçirdim diyebilirim. Liseye yeni başlamış olmanın getirdiği mutluluk ve akabinde gerçekleşen hormonal coşmaların yaşandığı bu zamanlarda, elbette hepimiz için hayat toz pembeydi sevdiceklerim.
  • Lise'de TEOMAN'a aşık olmuştum. ''Kaşındaki piercing olayım Teo!'' deyü deyü az haykırmadım. Barlardan sarhoş sarhoş çıkışlarına az üzülmedim...
  • Yukarıdaki maddeyi her okuyuşumda utanıyorum.
  • Bizim okulda kızlar da tıpkı erkekler gibi pantolon giyerlerdi. Öyle aman eteğimizi yukarı çekelim de bacaklarımız görünsün kaygısını yaşamadık. Yaşayamadık. O yüzden bir yanım hep eksik... :)
  • "bir bitireyim bir daha uğrarsam nabööle olayım" gibi boyumdan büyük sözler verip, bittikten sonra içinde dolaşırken, pencereden bakarken ilginç sarsıntılar yaşadığım bu mekan, bana harika arkadaşlıklar verdi.
  • He ama sorarsanız ki ''ne öğrendin yaprraaaaaam?'' valla önünüzde susar kalırım. O derece bomboş mezun oldum.

2. EVRE: ÜNİVERSİTEYE HAZIRLIK

  • Dershane denilen, böyle içinde deli paraların döndüğü, türk eğitim sisteminin çöküşünün yegane kanıtı olan ticarethanelerde ben de bulunmak durumunda kaldım sevgili okuyucu.
  • Haftaiçi okulda bir güzel beynimi erittikten sonra, bu seferde haftasonları dershanede erimiş beynimi adeta gaz formuna getiren sorularla- deneme sınavları ve etüdlerle uğraştım.
  • Çözülebilecek tüm sikim sonik soruları çözdükten sonra ve yeterince sinir krizi atlattıktan sonra kendimi tamamen jöle kıvamında buluverdim. Artık bu durumdan tamamen kaçış olamayacağını anladım ve ''zevk'' almaya çalıştım...
  • Sınavdan bir gün önce dershanenin rehber öğretmenlerinin düzenlediği ayin çerçevesinde kalemleri kırmış, Hz. İsa'nın son yemeğini çağrıştırıcı şekilde sıkıcı bir yemek yemiş, babanın ”olmazsa üzülme evladım. biz senin arkandayız her zaman. ee? ama yapsan da iyi olur yani.” tarzındaki konuşması atlatılmış, karın ağrıları eşliğinde sınav sabahına uyanılmıştır…
    Evden çıkarken defalarca sınava giriş belgeleri kontrol edilmiş, okunmuş pirinç, okunmuş su ve hatta okunmuş kalemler voltranının güvenilirliği içinde sınav salonuna giriş yapılmıştır…

3. EVRE: ÜNİVERSİTE

  • Üniversiteye hazırlık dönemini çok sıkıntılı geçirmiş biri olarak, kendimi ÖSS, YÖK ve elbette ailemin baskı dolu ellerine bırakanlardanım. Hem zaten küçüklüğünden beri dansöz olmayı hayal eden bir kıza ''meslek seç'' demek de yürek ister değil mi? Bende bu yüzden dansözlük hayallerimden vaz geçip, hayallerimle hiç de alakası olmayan bir bölüme giriş yaptım.
  • Üstün gözlem yeteneğim sayesinde (-evet benim böyle bir yeteneğim var!-) okulun ilk günlerinde edindiğim sıkı dostlarımın çalışkanlığı sayesinde vize ve final haftalarında pek de zorlandığım söylenemez sevgili ballı lokma tatlılarım.
  • Bu bahsettiğim çalışkan arkadaşları daha sonra yoldan çıkardığımı söylememe gerek var mı acaba?
  • Bu arada eğer aramızda üniversiteye henüz hazırlanan biri varsa şunu söylemeden geçemeyeceğim, ''sevgili üniversiteye hazırlanan okuyucum; öncelikle şunu bilmelisin ki, üniversitede ne kızlar teklif eder, ne de üniversiteye kapağı attım ve kurtuldum düşüncesine yer vardır. sınav zamanları her şekilde götün sıkışır. istediğin kadar çimlere uzan, adamın götünden kan almadan mezun etmezler...''
  • Sırf yukarıdaki maddeyi okuyarak, şuan tek dersten bütünlemeye kaldığımı anladınız değil mi? Evet...
Çok yordun beni blog.
Artık bundan sonra bugünü konuşacağız...


14 Temmuz 2012 Cumartesi

BEN ERGENUSKEN...

...Sonra bende ona dedim ki, ''canın cehenneme dostum!''...
Aa?
Merhaba sıcaktan göt lobları terden pörsümüş okuyucularım.

''Küçükken Ben'' yazılarımla [ (VOL-1) (VOL-2) (VOL-3) (VOL-4-son) ] az çok nasıl bir çocukluk geçirdiğimi anlatmaya çalışmıştım kendimce. Şimdi de bitip tükenmez sandığım ve içinde fazlasıyla saçmalık barındıran ergenus dönemimden bahsedeceğim.

  • Freud'un psikoseksüel gelişim kuramına göre, ergenlik döneminde hem kişilik, hem de genital değişimler aynı zamana denk gelir ve bu yüzden ''sapıtılır''. Libido artışı, karşı cinse olan merak, depresyon, karakterde meydana gelen ani değişimler hep bu dönemde yaşanır.
  • Girdiğim bunalımlardan rant sağlayıp, ailemi canlarından bezdirdiğim dönemin adına ben ''ergenlik'' diyorum sevgili ay yüzlülerim. Freud gibi uzatmıyorum yani. =)
  • Durduk yere güzelim çocukluğumun amına koyan bu berbat dönem, beni çok hırpaladı biriciklerim.
  • Şimdi geriye dönüp baktığımda keşke deri değiştiren yılanlar gibi ormanın kuytu bir köşesine saklansaydım da, bu kadar saçmalamasaydım diyorum.
  • Bütün soruların cevaplarını bildiğimi zannediyordum o zamanlar. Kimse bir boktan anlamıyordu ve ben -zeki insan- olarak bir başıma koca dünyada yapayalnızdım. (!) Kısacası ''erdiğimi'' zannediyordum.
  • Buyrunuz videoyu izleyiniz... =) (DEV HİZMET!)


İşte yaptığım bir kısım saçmalıklar:
  • Sırf ''ben metalciyim'' mesajını verebilmek için önüme gelen herkese ''ne tür müzik dinlersin?'' diye sorardım.
  • Asi ruhumun simgesi olarak siyah sırt çantam, siyah tişörtüm, siyah kot pantolonum ve elbette zincirimle bir bütün halinde dolanırdım. Metallica dinlemekten pörsüyen beynim ise hiç bir şeye çalışmazdı.
  • Rock - metal müzik gruplarının her üyesiyle ilişkiye girmeyi hayal ederdim. (ooo çiiiğğzıızz!)
  • Yukarıda bahsetttiğim hayalin tam da ortasında ''aaa bugün bugs bunny vaaar!'' diye sevinip hoplaya zıplaya tv başına giderdim.
  • Sürekli intihar etmeyi düşünürdüm. İntihar mektupları yazar, onları okurken ağlardım. Sonra annemin üzüleceği aklıma gelir, vaz geçerdim.
  • Anneme ve babama sürekli ''siz beni anlamıyorsunuz! of çok sıkıldım! bıktım! keşke doğmasaydım!'' derdim ve ciddiye alınmadığımı her anlayışımda daha da delirirdim.
  • Sucuklu yumurtaya benzeyen bir yüzüm vardı o zamanlar. Sivilceler en büyük düşmanımdı ve ben elbette çok çirkindim.
  • Sınıfta göğüsleri çıkmaya başlayan kızlara hasetle bakardım. Buna rağmen, yeni çıkarken bana fazlasıyla acı çektiren göğüslerimi saklamaya çalışırdım. Bu yüzden sokaklarda eskisi gibi erkeklerle koşamıyordum. Canımı en çok bu sıkıyordu...
  • -annecim, ben çok sakin bir ergenlik geçirdim di mi? kapıları çarpıp "beni anlamıyorsunuz " tribine giren bir ergen olmadım hiç, ne güzel..
    +evet, sen "ben artık özgürüm!" diye okulu bırakmaya çalışan, kapkaranlık odasında saatlerce metallica dinleyen karamsar bir ergendin! (teşekkürler anne!!!)
  • Tüm bu olumsuzluklara rağmen, ergenliğin gene de yaşanması gerektiğini düşünüyorum. Yaşayalım ki, ne boktan bir dönem olduğunu kavrayalım...


10 Temmuz 2012 Salı

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:5)


Merhaba. Müsaitseniz bir yazı yazacağım ama?..
Allah aşkına cevap verin, benim kadar kibar blog yazarı gördünüz mü? Yazıya girmeden önce müsade istiyorum ki hani belki ocakta yemeğiniz vardır, eve misafir falan gelmiştir de sırf ben üzülmiyim diye dara düşersiniz falan... İstiyorum ki şu gudubet yazılarımı en rahat halinizle okuyun. Okuyun ki yorum yazın, siz yorum yazın ki ben mutlu olayım, sonra ben mutlu olayım ki çevreme iyi davranayım vs vs vs. Bak gördünüz mü? Hayattaki rolünüzü asla yabana atmayın biriciklerim.

  • Biliyorsunuz ''Cosmo Politan'' olsun, ''Hey Girl!'' olsun böyle genç kızlarımıza pembe bir hayat vaat eden dergiler var. Yok efendim ideal seksin 40 kuralı, yok efendim plajdaki yakışıklıyı tavlamanın 10 yolu... Sonra bu dergilerdeki yazılara inanan kızlar dünyayı fethedicek kıvama geliyorlar. Oysa ki her şey, boş akbil sesini duyana kadardır...
  • Bir ara evdeki duşun altına girip ''Giden Günlerim Oldu'' şarkısını söyleyip fake atmak modası vardı. Eline duş başlığı geçen herkes bunu yapıyordu. Bu durumdan o kadar çok etkilenmiştim ki, duş alırken hala aklıma o görüntüler geliyor ve fütursuzca gülüyorum.
  • Duş almak demişken... Ne saçma bir laf o ya. Duş almak nedir? Duş nasıl alınır? Kaça alınır? İnce hesaplar bunlar...
  • Aşk üzerinden aforizma sıçmaya çalışan kişiler var. ''Senin aşkın yalanmış. Bana yalanmamış aşk lazım.'' gibisinden çirkinlikler işte... Çok sinirleniyorum böyle şeyler okuyunca. Yapmasınlar. Lütfen söyleyin, yapmasınlar!
  • Heidi'nin çektiği çilenin farkında mısınız? Yaşıtları Miami'ye veya hiç olmazsa bir Bodrum'a tatile giderken, o zavallıcık Alp Dağlarında yaşayan dedesine gönderiliyor. Bilmem kaç metre yüksekliğe çıkmasının acı yanı bir tarafa, dedesinin yüzünden hiç gitmeyen ''Ben çok acılar çektim, çok şey gördüm yiğeeeen!'' ifadesi gerçekten acı bir durum. Lütfen Heidi'yi anlayalım.
  • Ağlarken ağzından sakızını düşüren çocuk diye bir şey var. Her görüşümde hüzünlenirim. Çok acı bir şeymiş gibi gelir bana.
  • Gökten düşen almayı kimin attığı merak edilmiyor da o elmayı kimlerin yakalayıp yediğiyle uğraşılıyor ya hani, zalımsın be dünya.
  • Müsadenizle artık yazıyı bitirmek istiyorum.
  • Haydin görüşmek üzere sevdiceklerim!

9 Temmuz 2012 Pazartesi

EMRE AYDIN İLE SOHBET

Merhaba vişne - votka güzelliğindeki okuyucularım.

Lafı fazla uzatmayıp sizi Emre Aydın ile yaptığım muhabbet şeyi ile baş başa bırakıyorum.

E.A : Nasılsın nasıl gitti?
Ben : İyilik be Emrecim. Bildiğin gibi valla. Senden naber?
E.A : İyiyim ben. Hep aynı şeyler işte. Uyku hapları, yalan dolan gülümsemeler...
Ben : Vallahi yazık ediyorsun kendine canım. Ne yapsam sana bilmiyorum ki? Söyle hadi, ne istiyorsun? Söyle bak...
E.A : Ölsem, ölsem, ölsem... Hemen şimdi! Kaçsam, gitsem, kaçsam... Tam da şimdi!
Ben : Hacı naptın sen yaaa?! Hep böyle bir karamsarlıklar... Olmuyor bak. Bi düzelemedin gitti canım!
E.A : İyiyim ben. Hem sen tanırsın beni. Ne yapsam, ne söylesem o geç kalmışlık hissi…
Ben : Lan?! Kanka boşver bu mevzuları ya anlatsana neler yapıyosun şu aralar?
E.A : İnan pek yeni bir şey yok. Biraz yaşlandım tabi. Seyrekleşti biraz saçlarım.
Ben : Olur öyle şeyler bebişim ya bak diyorum sana takma diye ama se… (burada sözümü kesiyor haspam)
E.A : Bir bitmeyen gece bıraktın ve üç nokta düşürdün… Belli etmedim ben pek, tenhalaştım…
Ben : Emre... Her şey benim için miydi yani? Ama inan ben seni arkadaş olarak görüyorum. Onca zaman geçti, baktım aramıyorsun ben arıyayım demiştim sadece...
E.A : Tam dört yıl olmuş dün... Az önce farkettim. Bir şeyler bıraktım o evde... Cihangir'de.
Ben : Evet maşallah kol kadar doğal gaz faturası bırakmışsın! Söyletme şimdi beni!
E.A : Soğuk, soğuk olanlar... Vurdum dibe kadar, halimden yalnız uyuyanlar anlar...
Ben : İyisin hoşsun da bir garipsin he... Önce ilan-ı aşk, şimdi de doğal gaz faturasına kılıf uydurmacalar. Bir daha konuşmayalım en iyisi!
E.A : Son defa görsem seni. Kaybolsam yüzünde. Son defa yenilsem sana. Hiç anlamasan da son defa benim olsan uyansam yanında…
Ben : Senin için dostum demiştim be... Demek tüm o dostluğun koca bir yalandı?
E.A : Değmezmiş hiç uğraşmaya... Bu kez mecalim yok hiç dayanmaya... Dayanmaya...
Ben : Reddedildin diye arkadaşlığımızıda mı siliyorsun Emre?
.....................
.....................
Ben : Alo?! Konuşsana be adam!
E.A : Beni sevmediğin zamanlarda alıştım susmaya!
Ben : Emre tamam! Ver adresini geliyorum! Korkutuyorsun beni...
E.A : Yapma , dokunma! Kim dokunduysa sana ... Ona git! Nerde unuttuysan beni ... Orda kal!Ezdirmem kendimi sana...
Ben : Bak sen gene yanlış anlıyorsun. Ben sadece bunca yılın hatrına yardım etmek istemiştim.
E.A : Her geçen saniye bana daha yabancı. Ve böyle olmasın bildiğim gibi kalsın. Her geçen saniye daha da zorlaşmasın. Gülümse şimdi gülümse şimdi gülümse şimdi ve gülümse şimdi...
Ben : Ay baydın! Deli misin divane misin ya?! Kapıyorum telefonu!!!
E.A : Hoşçakal! Olacaklar sensiz olsun... Daha durmam boşluklarında ben! Unutuyorum!..






5 Temmuz 2012 Perşembe

TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI (VOL:4)

4. KISIM: METRO

Merhaba bağrı yanık okuyucularım.
Merhaba can, merhaba canan.

Köstebekleri taklit ederek geçirdiğimiz teknolojik evrimin bir sonucu olarak hayatımıza giriş yapan metrolar, oldukça cool araçlardır.
Yerin o kadar altında ki, yürüyen merdivenlerden inerken ''vurgun'' yeme olasılığımızın olduğunu düşünüyorum çoğu zaman... Tabi sonra saçmaladığımı fark edip susuyorum.

Metro'nun sizi dış dünyadan koparan bir tarafı var sevdiceklerim. Şöyle ki, yerin bayaaa....aaa...aaa bi dibinde olmasından dolayı tıpkı matrix'deki gibi varlığı belirsiz ve şüpheli bir dünyaya geçiş yapmış gibi hissediyorsunuz. Örneğin, X isimli istasyona geldiğinizde oranın üstünde gerçekten de X'in bulunduğunu nereden bilebiliriz? İşte sırf bu yüzden, metro'dan her çıkış bir çeşit adaptasyon yeteneği gerektirir...

Tüm bunların yanında, insan faktörü açısından zaman zaman tehlikeli olduğunu da düşünmeden edemiyorum. Çünkü yerin dibinde olan metro istasyonları, bizi dar ve kapalı alanlara hapsederek verimli birer ''hedef'' haline getirmekteler. Çok fazla aksiyon filmi izlediğimin farkındayım ama, gerçekten lan azcık düşünsenize orada kapalı kaldığınızı... Klostrofobik bir film senaryosu çıkar buradan. (İbretlik resmen!)

Metrolarda oturma yerlerinin karşılıklı olması nedeniyle, insanlar hep göz temasından kaçınacak yerler ararlar. Sürekli yere bakmalar, karşı camdan kendi aksini izlemeler vs... Ancak insanlar arasında doğabilecek ani aşklar içinde oldukça ideal olduğunu da unutmamak gerek. (Merhaba ben Esra Erol!)

Yürüme merdiveninin en tepesinden aşağıya bakıldığında, bana hep modern köleler topluluğu gibi görünen insanlar için, -yani bizler için- hızlı ve konforlu olmasından dolayı sevdiğim bu toplu taşıma aracı, benim için fazlasıyla malzeme barındırıyor.

İşten güçten çıkmış yorgun insanların bezgin yürüyüşleri, atarlı gençlerin yürüyen merdivenlerde koşturması, frikik vermemek için pozisyondan pozisyona giren ablalar-teyzeler, -hele bak onları cidden çok seviyorum!- siz ne güzel şeysiniz öyle?.. İşte bu kişiler o koskocaman teneke yığını araca birer ruh verenlerdir...
[ Bu arada lütfen sarı çizgilere dikkat ediniz! =)) ]



4 Temmuz 2012 Çarşamba

''GÜZEL KADIN KİMDİR?'' SORUSUNUN CEVABI



...Sonra vay efendim ben neden cesedi denize atarlarken yardım etmemişim...
Aaa? Pardon.
Merhaba uğruna dağları deldiğim okuyucularım.
Naber?
Beni sorarsan eğer, seks otobüsünden kovulan zenci gibiyim. Sahip olduklarımdan dolayı gururlu, fakat bir parça üzgün...

Orda burda ''Güzel Kadın Kimdir?'' tarzında tartışmalar duyuyorum. Çok kızıyorum lan. Oysa ki cenabul rabbimin yarattığı her canlı...ajshsgahas =))
Yok öyle bir şey sevgili tatlı su yosunlarım. Öyle hepimiz güzel veya yakışıklı falan değiliz. Mükemmel de değiliz. Ama işte solucana akıl verip dibini başını oynatan rabbim, bir takım insanları yaratırken biraz fazla uğraşıvermiş. Boş bir anında yaratmış işte onları. Hobi niyetine yani...

 Bakınız onlardan ikisini gösterdim. Sonra vay efendim niye iki laf edip kaçıyorsun demeyin...


2 Temmuz 2012 Pazartesi

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:4)


Merhaba sevgili traleybüslerim,
Merhaba kıymetli hacıyatmazlarım.

Artık böyle karşılamalara alışmalısın sevgili okuyucu. Her ne kadar artık nasıl hitap etmem gerektiğini şaşırmış olsam da, her yeni yazıda siz sevgili okuyucularıma yeni anlamlar yüklemeye çalışıyorum işte fena mı? Mesela sabah böyle göt baş bir yerde uyandınız diyelim. O aksi bakışlarla etrafa bakarken ve ''ulan gene mi sabah oldu?'' diye düşünürken hooop birden vefakar blogger dostunuz AmaçsızÇocukTribi yardımınıza koşuyor ve o gün için sana biçtiği sıfatları sıralamaya başlıyor. Birden bire bal dudaklı oluyorsun, sonra bir bakmışsın ki şekerpare... Hem ben sevap kazanıyorum, hem de sen mutlu oluyorsun işte fena mı? He ama dersen ki, ''senin bu yaptığın çıkarcılıktır, ey AmaçsızÇocukTribi!'' heh işte biz o gün tükeneceğiz be sevgili okuyucu...

  1. Birden numaralı maddelere geçiş yaptım ya hani, şaşırdın dimi?
  2. Bi film fragmanı gördüm, böyle adamlar baya baya aksiyonlu ölmeli - öldürmeli bir şey çekmişler. Fragmanın sonunda diyor ki, ''Biz bunu taaa 2013 de göstericez.'' Lan?! Sonra işte ben bunu görünce tabi bir sinirlen, bir köpür, sonra dayan koskoca Holywood'un kapısına, ''nerde lan bu filmin yönetmeni? nerde lan bu yapımcı?'' diye çemkir...
  3. Sonra bir baktım sabah olmuş...
  4. Ben hayatım boyunca parmak arası terlik kadar çaresiz bir nesneye rastladığımı düşünmüyorum. O ne öyle lan milletin parmak aralarına sokulmalar, yoldan geçen herkesin ''aha bu bunu giyiyosa bu kesin ibnedir.'' tarzı eleştirilerine hedef olmalar... Parmak arası terlik olmak bence çok zor. Çok acı verici.
  5. ''Çay bahçesi'' hadi gene kabul edilebilir ama ''Aile Çay Bahçesi'' nedir? Diğerinde fuhuş, alkol, uyuşturucu ne ararsan var da, hani böyle diğerinde her yer yemyeşil gibi... Kelimelere fazla takılıyorum.
  6. ''Halay başı'' diye bir meslek olduğuna inanıyorum. Her düğünde halay başının değişmediği bir dünya hayal ediyorum. Sonra saçmaladığımı fark edip susuyorum.
  7. Farkında mısınız hiç bir şekilde eğitici bir bloğum yok. Burası nasıl bu hale geldi hala anlamış değilim. =)
  8. Bir gün de sorun lan, nasılsın? ne yaparsın? necisin? kimsin? kimlerdensin? olum bu kadar mı değersizim lan sizin için?
Neyse... Hepinizi kucaklıyorum. =)