8 Haziran 2016 Çarşamba

PİDE KUYRUĞU

Kendimle gerçekleştirdiğim oldukça hararetli bir tartışmanın en heyecanlı yerindeydim... Tam kendi yakamdan kendimi tutup tartaklamaya başlayacakken annemin oturma odasından seslenen sesini duydum;

+ Amaçsız! Git pide al!

Annemin Adolf Hitler ile akrabalığı olabilir miydi? Hayatımın bu en esrarengiz sorusunu bir seferlik daha erteleyerek emre itaat ettim ve yola koyuldum... Attığım her adımda görev bilinci ile sarıp sarmalanıyor, sıcak pidenin üzerindeki her bir susam tanesi üzerine yeminler ediyordum: BAŞARMALIYDIM! 

1-) ZAMANLAMASI MANİDAR!
Pide kuyruğunda hayatta kalabilmenin birinci kuralı sıraya doğru zamanda girmekten geçer. Bu nedenle fırına giden yolda sokağın nabzını tutmak oldukça önemlidir. Ben de sokağın nabzını tutuyor, etraftaki sakinliğin hayra alamet olmadığını anlayabiliyordum. Hemen bir parmağımı ıslatarak havaya kaldırdım ve bir süre sonra parmağıma ufak susam parçacıklarının yapışmış olduğunu gördüm. Evet, fırın oldukça yakınımda olmalıydı ve ben acele etmeliydim!

2-) NO RULES!
Sıcak pideye giden yolda hiç kimseye güvenmemem gerektiğini bilecek kadar yaşamıştım! O nedenle benim gibi pide kuyruğuna doğru yürüyen karşı apartmandaki komşumuzla birbirimizi gördüğümüz an koşmaya başladık! Taşların üzerinden atlıyor, arabaların arasından kıvrak hareketlerle geçiyordum! Gençtim ve elbette karşımda hiçbir şansı yoktu! İşte tüm bunlar sıraya sadece bir kişi önde başlayabilmek içindi...

3-) ACI GERÇEKLER!
Komşumuzun nefret dolu bakışları altında nefes nefese sıraya girdim. Hemen ayak parmaklarımın üzerinde yükselerek sıranın sonunu görmeye çalıştım ama elbette buna imkan yoktu. Sıra tıpkı bir çöl gibi önümde uzanıyor, pidenin kokusu ise bu çölün sonunda kavuşacağım bir vaha gibi hayallerimi süslüyordu. Tam bu sırada göğsüne bastırdığı sıcacık pideyle ayaklarını sürüyerek gelen perişan haldeki dürümcü Ahmet amca ile karşılaştım...

+ Bekle... Bekle ama asla umut etme... Umut bu topraklardan gitti artık! 
- Ne diyorsun sen Ahmet amca? Pide kuyruğunda hayatta kalmayı bana sen öğrettin!
+ Hayır! Yaklaşma! Dokunma bana! Dokunma pideme! Benim o! Sadece benim! Kıymetlim!

Durum gerçekten kötü olmalıydı. Bu nedenle yanımdan titreyerek geçen Ahmet amcayı boş verip kuyruk hakkında daha fazla bilgi edinebilmek amacıyla hemen bir sıra önümdeki teyze ile sohbet etmeye çalıştım...

- Teyzem ne zamandır bekliyorsun burada?
+ Ben bu kuyruğa girdiğimde aha şu karşıdaki çiçek yeni tomurcuklanıyordu kızım...
- Aa o zaman çok da şey değilm... NE?! NASIL YA? 

4-) LET THE GAME BEGİN!
Pide kuyruğunda heder olan ibretlik insanları gördükten sonra acil bir eylem planına ihtiyacım olduğuna karar verdim. Acaba bir partide kaç adet pide çıkıyordu? Bu kuyruktan sağ çıkma olasılığım neydi? İftara kaç dakika kalmıştı? İşte bu soru işaretleri ışığında beyin fırtınası yapıyordum ki o da ne? Biri resmen pide kuyruğuna kaynak yapmaya çalışıyordu!

+ Pardon! Bakar mısınız? Sıraya geçer misiniz?
- Ben yumurtalı pide bekliyorum.
+ Ne demek yumurtalı pide bekliyorum beyefendi? Biz burada ne için bekliyoruz? (bu sırada arbede esnasında kalbi sıkışan Mahmut Hoca gibi elimi bağrıma bastırıyordum)

Bu sırada derin uykularından uyanan diğer insanlar da adama bağırmaya başlamıştı. Kalabalıkların bu kadar kolay galeyana gelmesi, üstelik sürü psikolojisiyle hep bir ağızdan söyleşmeye başlamaları benim için müthiş bir fırsattı! Hemen kısa boyumun avantajını kullanarak insanları geçmeye ve adım adım kuyruğun sonuna doğru yaklaşmaya başladım. Bu sırada dehşet içinde fırının bir köşesine yığılıp kalmış hareketsiz insan bedenleri ile karşılaşıyor, pide kuyruğu gerçeğini her geçen saniye daha iyi anlıyordum... 

+ Ağbi bana 2 pide verir misin?
- Fakat siz... Sizi daha önce bekleyenler arasında görmemiştim? Yoksa... Hayır buna inanmak istemiyorum küçük hanım! Yoksa siz sıraya kaynak mı yaptınız?
+ Hayır efendim, elbette hayır!
- Size nasıl güvenebilirim? 
+ Şerre karşı çok müstesna bir görev bilinciyle çalıştığınızın farkındayım efendim. Lütfen bana güvenin ve 2 pide verin! Yalvarırım!
- Peki... Al bakalım. Ama hızlı git! Hatta kaç, kurtar kendini ve bir daha uğrama buraya! Eğer beni anımsamak istersen pide arası zeytin ye! Ağlama küçük kız! Ağlama!






10 Aralık 2015 Perşembe

BİR DÜŞMANIM VAR!

Genellikle yalnızlığın doruğa vurduğu anlarda yapılan bir eylem olarak görülen hayvanlarla konuşmak, benim gündelik alışkanlıklarım arasındadır sevgili okuyucu. Çok sevdiğim bir iki tanesi dışında her hayvanı şefkatle sevdiğimi iddia edemem, ancak hemen hepsiyle düzeyli bir ilişkim vardır diyebilirim.
Peki bu manasız açıklamayı neden yapıyorum? Elbette şunun için: Yaklaşık olarak 7-8 aydır bana ölümüne düşman olan bir kedi ile başım dertte de ondan!!!

1. İlk Görüşte Düşmanlık!

Hani bazen siz bakmasanız bile suratınızda dolaşan ince bacaklı bir örümcek gibi yüzünüzü izleyen o bir çift gözü hissedersiniz... İşte ben de kaldırım taşlarının çizgilerini sayarak yürürken bu pis duyguyu hissettim ve beni izleyen münasebetsizi görmek için kafamı kaldırdım. Evet fotoğrafta gördüğünüz kedi bana bakıyordu ve tüm varlığı ile benden resmen nefret ediyordu! Bunu o sinsi bakışlarında, vücudunu gererek aldığı pozisyonda ve elbette çıkardığı pençelerinde görebiliyordum! Hemen acil durumlar için çantamda sakladığım tadelleyi çıkardım ve sakinleşmek için yemeye başladım. Tadelleyi yerken kendimi endorfinin şefkatli kollarına bıraktım ve hormonların varlığına bir kez daha şükrettim. Elbette bu sırada düşmanım boş durmuyor, yavaş ama emin adımlarla bana yaklaşıyordu...

2. Belgeseldeki Ceylanın Dramı

Hemen her belgeselde karşımıza çıkan ceylanın aslan karşısındaki çaresizliğini işte ben o an yaşadım sevgili elmalı kurabiyelerim. 

Dış Ses: Annesinin yanından ayrılan yavru ceylanı günlerdir takip ediyoruz. Vahşi doğaya karşı tek başına ve yiyecek bulamadığı için son derece aç. Kendisine yavaşça yaklaşan aslanı fark ettiğinde artık çok geç olabilir. Acaba günün sonunda kazanan kim olacak? Yavru ceylan tek başına mücadele edebilecek mi? 

Evet, çöp konteynerinin ardına saklanan bu mendebur kedi ile aramda 15-20 adım mesafe vardı. Tadellem bitmiş, endorfin ise kayıplara karışarak beni bir kez daha yalnız bırakmıştı. Yavaş yavaş panikliyor, adrenalin hormonunun beni ele geçirdiğini sıklaşan nefes alıp verişlerimden anlıyordum. 

Dış Ses: Soğukkanlı katilin kendisini izlediğinden tamamen habersiz... Avının kokusunu 1.5 kilometre öteden alan bu azılı katilin yemeği mi olacak, yoksa yüce yaratıcı ona yaşaması için bir şans daha verecek mi? 

Korkuyordum. Düşmanım gözlerine bakamıyor, gölün kenarında su içen ceylan gibi alttan alttan bakışlar atıyordum... Kurtulmalıydım! Kaçıp evime gidebilmeliydim! Böyle bitmemeliydi!

Dış Ses: Nihayet avcısını gördü! Bu yavru ceylan hemen hareket edip sürüye iştirak etmeyi başaramazsa aslana yem olmaktan kurtulamayacak!

Birden ayağa kalktım ve var gücümle apartmana doğru koşmaya başladım!

Dış Ses: İşte müthiş kovalamaca başladı! Öldürmek için doğan aslanın müthiş kaslarına hayran kalmamak elde değil. O tam manasıyla bir katil ve yavru ceylanın hiç şansı yok!

Apartmana doğru çığlık atarak koşarken babamla karşılaştım! Ona sığınmak son şansım olabilirdi!

Dış Ses: Fakat o da ne? Yavru ceylan aylardır aradığı babasını gördü! 

Ben: Babaaağğğğ!
Babam: Ne var ya? Ne oluyor gene? Kızım neredesin sen? 
Ben: Babağğ kaç! Peşimde!
Babam: Pist! 
Ben: Nasıl yani? Bu muydu yani?! Bitti mi?




25 Ekim 2015 Pazar

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:47)


  • ''Tek başına gelip tek başına gittiğin bir dünyada yalnız kalmaktan neden korkuyorsun?'' diye sordu içimdeki bilge. ''Zamanın sınırları çizilemez, ne zaman biteceği kestirilemez. Bu nedenle yaşamak zorunda olduğum bu lanet hayatta mutsuzluğumu bulaştıracak birilerine mutlaka ihtiyacım var.'' diyerek yanıtladım onu. Nasıl? İyi demiş miyim?
  • ''Ben'' olma kararını alarak özgüven neşesi ile kol kola bir yürüyüşe çıkmak istiyorum. Sen de benimle birlikte gelir misin sevgili okuyucu? 
  • Bana her seferinde savurduğu sert yumruklara rağmen dünyayı seviyorum. Bana sırf günümü gösterdiği için bu lanet planeti çok seviyorum. Plüton mu? Onun yeri bambaşka...
  • Plüton demişken... Minnoşun fotoğraflarını gördünüz mü? Ağzını burnunu yediğim öyle ponçik suratlı bir şey ki...
  • 25 yıldır aynı duvarlara aynı soruları soruyorum. Sanki her şeyi aramızda konuşmuşuz da diyecek söz kalmamış gibi inatla susmaya devam ediyorlar. 
  • Ağzına kadar dolu bir küllük gibi uyandım bu sabah. İçim öyle isli, öylesine leş kokulu ki camları açıp derin bir nefes alacak takatim yok. Bana içimin perdelerini açabilir misin sevgili okuyucu?
  • Felaketler ve sevinçler her zaman eşit zaman aralıklarıyla gelir hayatımıza. Fakat bazı felaketlerden sonra gelen sevinçler için artık çok geç kalınmıştır. Ufak bir tebessümle ufuk çizgisine ulaşma heyecanı hissedersin bir anlığına. Sonrası mı? Sonrası hayal kırıklığından başka bir şey değil.
  • Geçtiğimiz günlerde şirinliği ile beni kendine aşık eden bir minikle tanıştım. Hayata karşı tek derdinin benimle aynı durakta inemiyor oluşu ise sanırım günlerime umut katıyor. Yarın onu yeniden görebilecek olma umudunu... Yoksa kendime dair hiçbir umudum kalmadı.
  • Ben deniyorum... Daha henüz ne yapmaya çalıştığımı bulamadım ama onu da bir ara bulacağım, söz. 
Merak edenler için İnstagram sayfam: https://instagram.com/gizemcebirsey/