29 Nisan 2014 Salı

AMAÇSIZÇOCUKTRİBİ 2 YAŞINDA!



Merhaba unutulmaz gezegen Plüton'un yörüngesinde toplanmış şanslı insanlar!
Merhaba kendi kendine espri yapıp mutlu olabilmeyi başaranlar!

AmaçsızÇocukTribi bugün 2 yaşında!
Bu kutlu günün sabahında ABD başkanı Barack Obama, İngiltere Kraliçesi 2.Elizabeth ve elbette ki Kuzey Kore lideri Kim Con-ın tarafından bizzat aranarak tebrik edildim. Rusya devlet başkanı Viladimir Putin ise benim adıma Ukrayna'ya 3 el top atışı yaptırdığını ileterek bu kutlu günde yanımda olamadığı için özürlerini iletti.

Aynı zamanda tüm dünyada ve yavru vatan Kıbrıs'ta süregelen çılgın eğlenceleri canlı olarak yayınlayan TV kanallarını geziyordum... İnsanlar sokaklara dökülmüş, çılgın atarak yengeç dansı yapıyorlardı ve yazılarımdan alıntılar yapıp hunharca kahkaha atıyorlardı...
Yani her şey son derece sıradan başlamıştı...
Ve ben üzülüyordum. Geçen her saniye daha fazla öfkeleniyor, Plüton aklıma geldikçe göz yaşlarıma engel olamıyordum. En yakın metro istasyonuna gidip ''sarı bandı geçmek tehikeli ve yasaktır'' uyarısına usulca yanaşıp ayağımı o sarı banttan geçirmek istiyordum...
Veya Mario oynayıp, onun kültür mantarları tarafından katledilişini izleyerek acı kahkahalar savurmak istiyordum gökyüzüne...
''Enter'' tuşu elinden alınmış bir Yılmaz Özdil yazısı kadar biçare, Game of Thrones spoilerına maruz kalan biri kadar sinirliydim...
Tam da her şeyden ümidimi kesip soru edatlarının ayrı yazılması gerektiğinin farkında olmayan bir facebook arkadaşımı hunharca harcayacakken gerçeğin fa... asdafs :)
TAMAM ABARTTIM! TAMAM VURMA! VURMA DİYORUM!
  • Burada her şey ''Başlangıçlar Güzeldir =)'' diye çiziktirdiğim kısa bir yazı ile başladı. Amacım gerçekten de ''merhaba'' demekti. Fakat düşünceme göre burası sadece şans eseri yazımı okumuş olanlardan oluşmalıydı. Gelen kişinin yolu bir şekilde buraya düşmeliydi. Tesadüfen olmalıydı. Zaten sırf bu düşüncem nedeniyle hiçbir mecrada bloğumun tanıtımını yapmadım. Bu yüzden yazdıklarıma benimle birlikte gülümseyen 125 kişiye sonsuz teşekkürler! 
  • Sanırım bloğa bile teşekkür borcum var. Çünkü gerçekte istediğim mesleğe onun referansı ile ulaştım diyebilirim. Sana da teşekkürler sevgili blog!
  • Yukarıdaki maddeye ek olarak şunu demek istiyorum: ''VAZGEÇMEYİN! HAYAL KURUN VE BU HAYAL İÇİN ÇABALAYIN!
Bunları yazmaya çalıştığım sırada babam gelip tepemde beklemeye başladı. Uzun uzun bakıştık. ''Yahu ne bakıyorsun kızım?!'' dedi. ''Hiç bıbıcığııım, Erdal Bakkal bıyıklarına bakıyordum'' dedim. ''Yani çok yakışıklıyım'' dedi. ''Evet baba'' dedim. Keyiflendiği için gitti Meclis TV'yi açtı...

  • Son teşekkür de sokaklara olsun... Bu kadar çok hikayeyi ve oyuncuyu nereden buluyorsunuz bilmiyorum ama çok başarılısınız sevgili sokaklar! Bloğumu beslediğiniz için teşekkürler!


28 Nisan 2014 Pazartesi

BİR BEYAZ YAKALININ DRAMI

Merhaba beyaz yakalılar.
Merhaba kapitalizmin kölesi olmak zoruna kalmış bahtsız okuyucu.
Yeni bir yazı dizisi diyelim biz buna. Üstelik bu dizide her şey var!
Entrika, dedikodu, acı, yalan ve daha bir çok çirkin şey!
Ne heyecanlı değil mi?
Bu dizide bir beyaz yakalının dramına şahit olacaksınız! Onun yaşadıklarına kah gülüp, kah üzüleceksiniz.
İddia ediyorum! Gerçek ''taht oyunları'' beyaz yakalılar arasında oynanıyor!
İddia ediyorum! Burası kurtlar sofrası!
İddia ediyorum! Şuan iddia edecek bir şeyim kalmadı!
asdfasa :)

*** Peki beyaz yakalı bir çalışan için ''iş hayatı'' nedir?
İyi  veya kötü bir ofiste masa başı çalışan, sabahtan akşama kadar bilgisayar başında retinalarını kurutan, patronunun ona biçtiği ''değer'' karşılığı iliğini kemiğini sömürten, samimiyetsiz iş arkadaşlarına tahammül etmek zorunda kalan insanların geçimlerini sağlamak adına katlanmak zorunda oldukları hayata ''iş hayatı'' diyoruz.
  • İş hayatında çoğu insan sorulan sorulara otomatik cevap verirler. İnsan ilişkileri fazlasıyla zayıftır. Kimseye güvenemezsin. İş saatleri içerisinde mecburen başka biri olursun. 
  • Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kalkıp işe gidersin. Akşam da 8'den önce eve gelemezsin. Sana kendin için 3 saatten fazla zaman kalmaz. Kısacası, hayat ile iş aynı cümle içinde zamanla anlamsızlaşmaya başlar.
  • Yaptığın işin niteliği, eğitim ve hatta iş performansın ne olursa olsun tam manasıyla kendini beğendirmen imkansızdır. Çünkü ''ucuz iş gücü'' odaklı çalışan iş verenler, ''senden çok var'' diyerek sana ve senin becerilerine değer vermezler.
  • Eğer kurumsal bir yere kapak atamadıysan yandın! Çünkü zaten hakkın olan sigorta, yol ve yemek parası gibi giderleri külfet olarak gören bir çok iş verenin olacaktır. Bu nedenle ''deneme süresi'' adı altında seni ucuza çalıştırırlar bir süre. Daha sonra da sigortanı en düşük limitten yatırarak emeklilik yıllarında alacağın maaşını deyim yerindeyse ''çalarlar.'' 
  • Öğle arası gibi dinlenme vakitlerine kimse doğru düzgün saygı göstermez. Fakat sen iş yerinden 5 dakika önce çıkmaya kalktığında ''kaytarıyor'' durumuna düşersin.
  • ''Toplantı yapmazsa ölecek'' hastalığına yakalanmış bir patronun varsa yandın! Sürekli yapılan performans toplantıları sonucunda gerilmekten botoxlulara dönersin. Egosuna boyun eğmeni bekleyen bir ''üst'' tarafından eleştirilirsin.
  • İşini seviyorsan ne ala, sevmiyorsan haftanın her günü o iş yerine ayakların sürüyerek gitmek zorunda kalırsın.
  • Araya karbon kağıdı konulmuş gibi günler geçirirsin. Öfkelenirsin. Hakkını alamıyor olmaktan şikayet edersin. Nefret edersin. Değişirsin. Sonra sen de aralarına karbon kağıdı konulmuş standart beyaz yakalılardan biri haline gelirsin...
NOT: Bu yazıyı dizimizin sinopsisi olarak düşünün. İlk bölüm çok yakında!



24 Nisan 2014 Perşembe

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:18)

Adım G.
Kendi içimde yaşıyorum.
25 yıldır nefes alıyor ve bir kaç yıldır da yaşıyorum.
Çayı şekersiz içerim ve açıkçası pek de sevmem. Bu nedenle edebiyatını yapmak aklıma gelmez.
İçimde kaç kişi olduğu ve onlarla tam olarak neler konuştuğum onlarla benim aramda bir sır.
Adım G. demiş miydim?
Size bu cümleleri var gibi görünen ama aslında yok olan bir hisle yazıyorum. Bir de suratına fener tutulmuş tavşan misali, boş boş bakıyorum kendi hayatıma.
Hayatla yaptığım yarışların, bir zamanlar sadece ''arkadaşlarımı geçmek'' üzerine kurulu olmasını özledim...
İnsana dair ne çok baş belası duygu var... Değil mi?
Adım G.
Tanıştığımıza memnun oldum...
***
asdafs :)) Bir an için şaşırdın değil mi? Bloğun ruhuna aykırı cümleler kurunca heyecanlandın tabii. Fakat arada hoşuna da gidiyordur eminim. Saklama... Saklama diyorum. Açık ol. Sadece sen ve ben varız şuan. Rahatla. Gevşe. Derin nefes al, ver. Al, ver.
***
Merhaba yengeç dansı yaparak güne ''merhaba'' diyenler.
Nasılsınız? Beni sorarsan so-so be gözüm! Aslına bakarsan öyle çok önemli şeyler olmadı ama hani özlemişsindir diye şey ettim. Çünkü farkındayım ben, her gün bloğa bakıp bakıp çıkıyorsun. Yeni yazı göremeyince hüzünleniyorsun. Kalbinde adını koyamadığın sızılar oluşuyor sonra. Bu ne hasret? Bu ne özlem? Atlayıp da geldim he-man!

  • Geçtiğimiz hafta artık evli barklı ve çocuklu olmuş bir arkadaşımın evine ''bebek görmeye'' gittik. Böyle bir şey var işte. Yeni evlenirler, ev görmesine gidersin. Seks yaparlar, çocukları olur, sen bebeği görmeye gidersin. Orada kısır yersin. Çay içersin. Bebek seversin. Seversin de... Yahu biz ne ara bu kadar büyüdük? Daha 3-4 sene önce ben o kızdan ders notu dileniyordum :) ''Ay yok çok kötü geçti sınav'' deyip bölüm birincisi olan bu kız, nasıl oluyor da şimdi önümde bebeğini sallıyordu? Hayat garip.
  • Bloğun taslaklarında çok feci güldürmeli yazılar var. Tamamlayınca okursun.
  • Nereye baksam evlenen veya evlenmek üzere olan arkadaşlar görüyorum. Arkadaşlar durun! Durun, yoksa kalbime indireceksiniz! Teker teker gelin! 
  • Otobüste şahit olma şansızlığına eriştiğim iki sevgilinin telefonda ki barışma sahnesi:
Kız: Haaaayııııır... Bana ne pişmansan, pişmansın. Yaaaaa ooooofff. Hayır diyorum sanaaaağğğ. Yaaaa. Ahahaha. Hayvan gibi pişman olcan tabi. Ahahaha. Bana neeeeee. Kapıyorum baaaak. Ay yok gelmeeee. İstemiyorum. Hayııııııığğğğrrrr. Hah delisin yhaaaa. Çılgıııın!

* Tabii ben kızın yanı başımdaki haykırışlarını duyunca kulaklığımı çıkarma gereği duydum. Aha dedim, bloğa malzeme çıkmak üzere. Aha dedim, mevzu var. Fakat yukarıdaki cümleleri duyduğum an adeta hipnotize oldum. ''Hayır'' kelimesinin daha kaç farklı tonda, kaç farklı şekilde söyleneceğini işittim. Korkunçtu.
  • Ofiste oturduğum koltuk böyle dönmeli derili olanlardan. Rengi de beyaz. Günün belirli saatlerinde oturduğum yerde fırıl fırıl dönerek kötü karakter taklitleri yapıp kendimi güldürüyorum. Mesela daha biraz önce aniden dönerek ''hatırladın mı beni? bir zamanlar fakir diyerek hor gördüğün, dalga geçtiğin o gururlu kız! işte ben! ben! yaşar usta!'' diye bir replik canlandırdım. Kendi kendime güldüm. Uzun süre kıkırdadım. Kamera falan yok diye biliyorum gerçi. Ama varsa fena...
  • Yazı bitti. Fakat sakın üzülme. Bir kaç gün sonra bloğun 2. yaşını kutlayacağız beraber. :)


8 Nisan 2014 Salı

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:38)

Merhaba.

  • Mavi başörtüsü ve nefis Anadolu şivesi ile Tehlikeli Oyunlar'ı okuduğunu anlatan ve pazar sabahı tadındaki sohbeti ile iş çıkışı bindiğim otobüsü şenlendiren şirin mi şirin bir teyze tanıdım geçenlerde. O Hikmet Benol'a yazık oldu diyerek üzülürken, onu unutmamak için telefonumun taslaklar kısmına bir kaç cümle yazdığımı anlamadı bile. 
  • Edebiyat sohbetimizin ortasında kaynana ile yaşamanın zorluklarından bahsetmeye başladı aniden. Konuya nasıl giriş yaptığımızı asla anlayamadım. Umarım yeniden karşılaşırız.
  • Öyle aşırı bir demokrasi hakim ki ülkeye, insan aşırı demokrasiden çıldıracak gibi oluyor. Böyle kafalar bi'milyon (!)
  • Beynimi yıllık izne çıkarmak istiyorum.
  • Game of Thrones başladı! (-İşte yine geldi tipini sevdiklerim!)
  • Yukarıdaki haberin bünyem üzerindeki etkilerini abartıp telefonda dizi müziğini mırıldanıp türlü şirinlikler yapmışlığım bile var. (dııııı-dııııı-dıdıdındııııııı-dıdın-dındıdınnn-)
  • South Park'ın o pek sevdiğim ''Kyle's mom a stupid bitch'' şarkısını da telefonda bağıra çağıra söylemişliğim vardır mesela.
  • Ne zaman ki ''Rains of Castamere'' şarkısını duyuyorum, işte o zaman sırtımı yaslayacak duvar aramaya başlıyorum biriciklerim. Biri ''Lannister'ların selamı var'' diyerekten boğazımı kesecek zannediyorum. Hayır yani taht üzerinde herhangi bir hak iddiası içinde de değilim. Az biraz yancılık yaptığım doğrudur ama yeri gelirse Khaleesi'yi bile satarım yani. Zaten ejderhalarına söz geçiremeyen Khaleesi'yi ben ne yapayım? Giderim Kings Landing'e hiç olmazsa Sansa'ya göz kulak olurum. Veya hiç olmadı Arya'yı Jon Snow'a falan götürürüm. Neden şimdi bu öfke? Neden bu nefret?
  • George R. R. Martin neden beni de olaya katmıyor ki? Bence taht oyunlarında kilit bir öneme sahip olabilirdim. Gerçi aynı yüzsüzlüğü J. R. R. Tolkien için de yapmıştım. Yüzüklerin Efendisi'nde kardeşliğe beni de katabilirdi. Veya ne bileyim, J. K. Rowling'de aynı şekilde Harry Potter'da bana bir yer verebilirdi. Saksı değilim ben!
  • Yazı bitti.