28 Nisan 2014 Pazartesi

BİR BEYAZ YAKALININ DRAMI

Merhaba beyaz yakalılar.
Merhaba kapitalizmin kölesi olmak zoruna kalmış bahtsız okuyucu.
Yeni bir yazı dizisi diyelim biz buna. Üstelik bu dizide her şey var!
Entrika, dedikodu, acı, yalan ve daha bir çok çirkin şey!
Ne heyecanlı değil mi?
Bu dizide bir beyaz yakalının dramına şahit olacaksınız! Onun yaşadıklarına kah gülüp, kah üzüleceksiniz.
İddia ediyorum! Gerçek ''taht oyunları'' beyaz yakalılar arasında oynanıyor!
İddia ediyorum! Burası kurtlar sofrası!
İddia ediyorum! Şuan iddia edecek bir şeyim kalmadı!
asdfasa :)

*** Peki beyaz yakalı bir çalışan için ''iş hayatı'' nedir?
İyi  veya kötü bir ofiste masa başı çalışan, sabahtan akşama kadar bilgisayar başında retinalarını kurutan, patronunun ona biçtiği ''değer'' karşılığı iliğini kemiğini sömürten, samimiyetsiz iş arkadaşlarına tahammül etmek zorunda kalan insanların geçimlerini sağlamak adına katlanmak zorunda oldukları hayata ''iş hayatı'' diyoruz.
  • İş hayatında çoğu insan sorulan sorulara otomatik cevap verirler. İnsan ilişkileri fazlasıyla zayıftır. Kimseye güvenemezsin. İş saatleri içerisinde mecburen başka biri olursun. 
  • Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kalkıp işe gidersin. Akşam da 8'den önce eve gelemezsin. Sana kendin için 3 saatten fazla zaman kalmaz. Kısacası, hayat ile iş aynı cümle içinde zamanla anlamsızlaşmaya başlar.
  • Yaptığın işin niteliği, eğitim ve hatta iş performansın ne olursa olsun tam manasıyla kendini beğendirmen imkansızdır. Çünkü ''ucuz iş gücü'' odaklı çalışan iş verenler, ''senden çok var'' diyerek sana ve senin becerilerine değer vermezler.
  • Eğer kurumsal bir yere kapak atamadıysan yandın! Çünkü zaten hakkın olan sigorta, yol ve yemek parası gibi giderleri külfet olarak gören bir çok iş verenin olacaktır. Bu nedenle ''deneme süresi'' adı altında seni ucuza çalıştırırlar bir süre. Daha sonra da sigortanı en düşük limitten yatırarak emeklilik yıllarında alacağın maaşını deyim yerindeyse ''çalarlar.'' 
  • Öğle arası gibi dinlenme vakitlerine kimse doğru düzgün saygı göstermez. Fakat sen iş yerinden 5 dakika önce çıkmaya kalktığında ''kaytarıyor'' durumuna düşersin.
  • ''Toplantı yapmazsa ölecek'' hastalığına yakalanmış bir patronun varsa yandın! Sürekli yapılan performans toplantıları sonucunda gerilmekten botoxlulara dönersin. Egosuna boyun eğmeni bekleyen bir ''üst'' tarafından eleştirilirsin.
  • İşini seviyorsan ne ala, sevmiyorsan haftanın her günü o iş yerine ayakların sürüyerek gitmek zorunda kalırsın.
  • Araya karbon kağıdı konulmuş gibi günler geçirirsin. Öfkelenirsin. Hakkını alamıyor olmaktan şikayet edersin. Nefret edersin. Değişirsin. Sonra sen de aralarına karbon kağıdı konulmuş standart beyaz yakalılardan biri haline gelirsin...
NOT: Bu yazıyı dizimizin sinopsisi olarak düşünün. İlk bölüm çok yakında!



6 yorum:

  1. merhaba özel sektör diyelim o zaman.
    merakla bekliyorum yazı dizini. mezun olmaya 1 kala iyi oldu bu:)

    YanıtlaSil
  2. merhaba zat-ı hatun. dediğin gibi özel sektör olsun o zaman. kara mizah ile süslemeye çalışacağım bu yazı dizisini. kimseyi soğutmak istemem :) ayrıca yorumun için teşekkür ediyorum. bloğunun müdavimleri arasındayım :)

    YanıtlaSil
  3. ya sen öyle yazınca özel sektör gibi geldi(özellikle toplantı kısmı), devlette çalışıp da bunlardan şikayet eden görmedim (sanırım onlar pc başında oturup okey falan atıyorlardı ondandır).

    efenim teşekkür ederim, ben de blogunu keşfetmekteyim:)

    YanıtlaSil
  4. pis memuruslar işiniz ne; çalışacaksınız tabi..
    'akşam 5 derdim yok'un bedeli = status köleius sendromudur..

    çalışın, çalışın... herkes sizin gibi yapsa noolur bu şirket?

    YanıtlaSil
  5. sen de bir ceo ya da insan kaynakları müdürü havası sezdim sevgili öküz :)
    yorumun için teşekkür ediyorum :)

    YanıtlaSil
  6. Züğürt patron, minis boss kırması bir şey :S

    YanıtlaSil